Cumartesi, Aralık 31

Gönül Darlığının Çaresi

“İç sıkıntıları günahların cezalarıdır.” buyurulmaktadır.
Bu itibarla, kabzdan kurtulma yolları adına en evvel zikredilmesi gereken husus, tevbe ve istiğfardır. Mü’min bir kul, gaflete karşı tavır almalı, günahların öldürücülüğünden tevbe ile kurtulmalı, isyan lekelerini gözyaşlarıyla yıkamalı ve gönül gözünü bir kere daha verâlara çevirmelidir. İşlenen bir günahın, kötülük ve seyyienin hemen arkasından bir sevabın, iyilik ve hayrın yapılması kabz döneminin kısalması için önemli bir vesiledir.
Manevî hayatımızdaki bir sıkıntı ve kabz halinde inşirah kaynağı olabilecek hususlardan biri de psikolojik tavır ve durum değişikliğidir. Psikologlar da, insanın kendini yenilemesi ve üzerindeki sıkıntıyı atabilmesi için bir hal ve tavır değişikliğini salık vermektedirler. Öfke anında abdestin tavsiye edilmesinin hikmetlerinden biri de yine bu tavır değişikliğini temin etmektir.
Bu zaviyeden, çok ağır ve bunaltıcı bir kabz hali yaşayan insan, şayet o anda insanlar arasında bulunuyorsa, hemen bir yere kapanıp gönlünü halvete vermeli, Cenâb-ı Hakk’a çok ciddî teveccüh etmeli ve kimsenin duyamayacağı bir mekanda içini Rabb’ine dökmelidir. Orada lahûtîliğe açılmalı, biraz gönlünün sesini dinlemeli; ruhunu sıkan dış sâiklere, dışarıdaki huzur bozucu seslere, gelip çarpan gürültülere karşı biraz daha kapanmalı ve vicdanında bazı şeyleri görmeye, duymaya, hissetmeye çalışmalıdır. Eğer, o anda tek başına bulunuyorsa, bu defa da hemen arkadaşlarıyla bir araya gelmeli, onlarla konuşup dertleşmeli, kendi durumunu samimi dostlarına açmalı, onların düşüncelerini de yanına almalı; kendisi olarak ayakta duramayacağı zamanlarda arkadaşlarının aşk u şevklerine tutunmalıdır. Kalbi ötelere açık insanlar arasında bazı iman hakikatlerini müzakere etmeli; va’z ü nasihatlere kulak vermeli ve Kur’an dinlemelidir. Nitekim, Ehlullahtan bazıları, kabz halinden kurtulmanın en kestirme yollarından biri olarak, usulüne uygun okuyan samimi bir insandan Kur’an dinlemeyi tavsiye etmişlerdir.
Ayrıca, öyle insan vardır ki, ondaki donuklaşma, duraklama, bıkkınlık, yılgınlık ve yorgunluk hali bizim bazı yanlışlarımızdan ya da yanlış anlaşılan tavırlarımızdan kaynaklanmış olabilir. O zaman da karşımızdaki insanı ferahlatıp onun basta adım atmasına vesile olmak bize düşer; küçük bir latife veya bir nükte ile o kilitlenmeyi açmamız gerekir. Yerinde o insanı alıp nezih bir çevrede biraz dolaştırmak ve tenezzüh ufku itibarıyla ona bazı şeyler anlatmak iktiza eder.
Sözün özü; hayatın değişik dönemlerinde hemen herkeste az-çok bezginlik, bıkkınlık, gevşeklik, gayretsizlik ve bir ölçüde ümitsizlik görülebilir. Hiçbir zâhirî sebep yokken, insan, içine girdiği bu atmosferin tesirinde ruh semasının bütün yıldızlarının birer birer kayıp döküldüğü hissine kapılabilir. Bunun sonucunda da kalbinde bir sıkışma, bunaltan bir gönül darlığı hissedebilir. Hatta bazen çok uzun süren kabz dönemleri yeis sebebi de olabilir; öyle ki, insan o durumlarda âdeta hiçbir ışık emaresi ve hiçbir inşirah vesilesi göremez hale gelir. Ne var ki, inanan bir insan, kabzı da bastı da Allah’tan gelen bir imtihan bilmeli; bast halinde gaflete ve gevşekliğe düşmemeli, kabza mübtela olunca da işi mutlak ümitsizliğe vardırmamaya dikkat etmelidir. Hakiki mü’min, her şeye rağmen vefa ve sadâkatle sürekli “Rahmet Kapısı”nın tokmağını çalmalı; iç daralmalarına ve kalbî tıkanıklıklara maruz kaldığı dönemlerde de o eşikten asla ayrılmamalıdır.
Fethullah Gülen