Cumartesi, Şubat 9

HUZURLA NAMAZ KILMAK İÇİN YAPILMASI GEREKENLER

Namazı huzur ve huşû içerisinde kılabilmek için ilk şart ihlâstır, sonra helâl lokmadır. Helâl lokma bütün kapıları açan bir anahtardır. Nebi (s.a.v.) efendimiz “Şu iki lihyeteyn arasına (yani bıyıkla sakal arasına) girenle çıkana ve iki bacağınızın arasındakine kefil olursanız, bende cennette beraber olacağımıza kefilim.” buyuruyor. Ulemamız bu Hadis-i Şerif’i “İki lihyeteynde girenden kastedilen helâl lokmadır, çıkandan kastedilen sarfedilen sözlerdir, iki bacak arasından kastedilende tesettür-ü şer’inin tamamıdır.” şeklinde açıklıyorlar.
İhlâs ve helâl lokmadan sonra çok önemli bir diğer husus ise taharetin tam yapılmasıdır. İstibra, istinca ve istinkaya son derece dikkat edilmelidir. Sonra abdest düzgün bir şekilde alınmalıdır. Abdest alırken sünnet olan dualar okunarak uzuvlar yıkanmalıdır. Bunları yapıp namaz için Cenab-ı Hakk’ın huzuruna varınca öncelikle birkaç defa “Estağfirullahelazim” diyerek istiğfar edilmelidir; zirâ yüce bir makama durulmaktadır. Bir insan, valinin, emniyet müdürünün veya bir devlet görevlisinin huzuruna çıkacak olduğu zaman bile nasıl kendine çeki düzen veriyorsa Allah (c.c.)’ın huzuruna çıkacağı zaman ondan daha fazla kendisine çeki düzen vermelidir. Başlangıç tekbiri ile namaza başlanıldığı zaman kıyamda iken secde yapılacak yere, rükûda iken ayak uçlarına, otururken kucağa, selam verirken omuzlara bakılmalı; etrafı seyretmemeli, namaz dışında bir şey ile ilgilenilmemelidir. Abdullah İbn-i Mesud (r.a.) “Biz Nebi (s.a.v.) zamanında namaz kılarken ayaklarımızın ucuna bakardık. Ondan sonra Hz. Ebubekir (r.a.) zamanında müslümanlar biraz daha ileri gitti secde yerine bakar oldular. Ondan sonra Hz. Ömer (r.a.) döneminde biraz daha ilerledi ve daha ileri bakar oldular. Hz. Osman (r.a.) döneminde de yavaş yavaş sağına soluna da bakmaya başladılar.” diyor
Kişi namaz kılarken okuyacağı sureleri en iyi bildiği ve en güzel okuyabileceği surelerden seçmelidir. Ayrıca bu sureler okunurken Abdülkadir Geylânî hazretlerinin de “Kur’an-ı Kerim’i mânâsını düşünerek okumaya çalışmak lazım.” buyurduğu gibi mânâsı düşünülerek okunmalıdır. Rükû ve secdeler yapılırken herbirinin hakkı verilerek, tâdil-i erkana riayet edilerek yapılmalıdır. Türkiye’de hocalar tarafından rükûda ki düzgünlüğü anlatmak için sıkça kullanılan bir tabir vardır: Rükûda sırtına su dolu bir bardak koyulsa dökülmemesi gerekir. Bu seviyede düzgün olmalıdır. Secdede iken insanın en şerefli yeri olan yüzünün, O Rahman ve Rahim olan Allah’ın affı ve merhametine sığınarak yerlere sürüldüğünün farkında olması gerekir.
Bilindiği gibi Nebi (s.a.v.) miraçta Hakk Teâla hazretleri ile görüşürken namazdaki tehiyyat oturuşunda olduğu gibi oturdu ve mübarek ellerini dizlerinin üzerine koydu. “Ettahıyyatü” duası Nebi (s.a.v.) ila Cenâb-ı Hakk’ın karşılıklı konuşmasıdır. Sonundaki kelime-i şehadet ise Cebrail (a.s.)’ın bu konuşmaya şahitliğinin ifadesidir. Namaz kılarken tahiyyat oturuşunda da okunan dualar bunlar düşünülerek okunmalıdır. Namaz sonunda selâm verirken sağımızda ve solumuzda bulunan meleklere selâm verildiğinin bilincinde olunmalıdır.
Namazın ardından tesbih çekerken ve duâ ederken gözler etrafta dolaşmamalıdır. Hak Teâlâ hazretleri “Gözlerin hain bakışıyla, sadırların sakladığını Allah bilir.” buyuruyor. İnsanın gözü ne tarafta ise sadrında o var demektir. Mahmud Sâmî Ramazanoğlu (k.s.) hazretleri duâyı anlatırken “Dili söylüyor kalbi tasdik etmiyor, ağzıyla belli şeyleri söylüyor gözüyle de başka taraflara bakıyor. Bu duâya icabet olunur mu?” buyururdu. Onun için namaz kılarken de tesbihatı yaparken de mânâsını düşünerek ve hakkını vererek yapmaya çalışmak gerekir.
Namazda huzur ve huşuyu yakalamak için en önemli unsur insanda namazı bir an evvel bitirme kaygısının olmamasıdır. Bu kaygı olduğu müddetçe namazı huzur ve huşu içinde kılma şansı yoktur. Mahmud Sâmî Ramazanoğlu (k.s.) hazretlerinin öğrettiği bir düstur vardı: “Mesela bir yerede yemek hazırlandı ve orada bulunan kişininde karnı aç. Eğer akşam namazı gibi sıkışık zamanlı bir namaz değilse veya vaktin çıkmasına az bir süre kalmamış ise namaz kılarken insanın aklının yemekte kalmaması ve namazın huzur ve huşusunun bozulmaması için önce yemeği yemek daha uygundur.” derdi. Netice itibari ile herhangi bir sebeple insan namazı bitirmek için kendisine zaman sınırı koymamalıdır.
Namaz kılarken Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda olunduğu, Hz. Ali (r.a.)’ın ifade ettiği gibi hiç kimsenin yüklenemediği emaneti yüklemeye hazır olunduğu ve büyüklerin namazda huzur ve huşu için yaptığı tavsiyeler düşünülmelidir. Bu iş ise bir seferde başarılacak bir iş değildir, devamlı bu şekilde yapmayla başarılabilir.
ŞEYTAN’IN VESVESESİ VE KURTULMA YOLLARI
Namaz esnasında şeytanda asla boş durmaz. Mesela insan biri ile münkaşa etmiştir sonra namaza durmuştur, şeytan o kişinin kalbinde o münakaşayı devam ettirir ya da durup dururken namaz ile alakası olmayan şeyleri insanın hatırına getirir. Hacer el-Heysemî’nin İmâm-ı Âzam hazretlerinin menakıbını anlatan kitabında şöyle bir kıssa anlatılıyor. Adamın biri tarlasında bir şey kaybediyor ya da daha sonra almak üzere bir yere bir şey bırakıyor sonra bulamıyor. İmâm-ı Âzam hazretlerine danışıyor, yardım istiyor. İmâm-ı Âzam hazretleri adama “Yatsı namazından sonra abdest al ve sabaha kadar namaz kıl, bulusun.” diyor. Adam bunu tatbik ediyor ve ertesi gün koşarak tekrar İmâm-ı Âzam’ın huzuruna gelip bulduğunu söylüyor. Hazret “Peki nasıl buldun?” diye soruyor. “Namaz kılarken aklıma geldi.” diyor. İmâm-ı Âzam hazretleri “Senin sabaha kadar namaz kılmanı şeytanın engellemeye çalışacağını biliyordum, bu yüzden böyle söyledim.” diyor. Şeytanın işi budur, insanı Cenab-ı Hakk’a yaklaştıran her şeyden onu uzaklaştırmaya çalışmak için uğraşır. Esas mesele şeytanı muhatap almamaktır. Bunu başarmak içinde Resulullah (s.a.v.) “Kalb Allah (c.c)’ı zikre devam ederse şeytan meyus olarak geri çekilir.” buyurarak bize yol gösteriyor. Şeytanın musallat olmasına mâni olmak için kalbi Allah (c.c.) dışındaki her şeyden temizlemek gerekir ve bunun yöntemi zikrullaha devam etmektir. İnsan ne zaman Allah (c.c.)’ı zikirden uzak kalırsa şeytan yine musallat olmaya devam eder. Namaz dışında şeytanın vesvesesinden kurtulmak için yapılması gerekeni Nebi (s.a.v.) çeşitli Hâdis-i Şerif’lerinde bize anlatıyorlar. Selâtü selam getilmesi gerekir, zirâ selâtü selama devam edilen yerde şeytan barınamaz. Hâlâ bu vesveseden kurtulunamazsa abdest alınmalı, hâlâ geçmezse gusül abdesti alınmalı, yine devam ederse iki rekat namaz kılınmalı gibi birçok tavsiyeler vardır. Namazda bunlar yapılmayacağı için yapılabilecek tek şey onun hiçbir vesvesesine kulak asmamaktır. Müslüman başta belirtilen tavsiyelere uyarak namazını kılmaya devam etmeye çalışmalı ve şeytanın vesvesesinin üzerinde durmamalıdır. Bunu yapmayıp o vesveselere kulak verildiği takdirde insan telaşlanmaya ve namazda huzursuzluk yaşamaya başlar. Bunun üzerine şeytan daha fazla vesvese vermeye başlar ve bu durum namazın bozulmasına kadar gidebilir.
Nebi (s.a.v.) “Dua ibadetin iliği (özü) mesabesindedir.” buyuruyor. Cenâb-ı Hakk “Eğer sizin duanız olmasa, Allah size niye kıymet versin.” buyuryor. Namazı hakkıyla kılabilmek için tüm bunları yaparkende her zaman, özellikle de her namazdan sonra Cenâb-ı Hakk’a bunu başarabilmeyi nasib etmesi için dua etmek gerekir. Müslümana düşen önce sebeplere sarılmak, sonrada sebepleri yaratan Allah (c.c.)’dan bu sebepleri değerlendirebilmek için kendisine kuvvet vermesini dilemektir.
Netice itibariyle insanın hakkıyla namaz kılıp kılamadığını anlayabilmesinin yolu, namazda Allah (c.c.) dışında bir şey düşünmemeyi başarıp başaramadığını incelemesi ile ortaya çıkar. Kişi eğer Allah (c.c.) dışında bir şey düşünmeden namaz kılmayı başarabilmişse o zaman namazı hakkıyla kılmış demektir. Bu da bir seferde olacak bir iş değildir. Belirli bir çalışma sonunda başarılabilinecek zor bir iştir, Allah (c.c.) cümlemize nasib eylesin. Bu zor işi başarabilmek için en etkili yol tasfiyey-i kalb ve tezkiyey-i nefiste başarılı olabilmektir. Bunun için ise beş temel şarta riayet etmek gerekir; az yeyip oruç tutmak, zikrullaha devam etmek, ibadetleri huzur ve huşu içinde yapmak, geceleri teheccüde devam etmek, salih ve sadıklarla beraber olmak. Bu beş şart bir müslümana İslâmi hayatta bütün kapalı kapıları açacak anahtarlardır.