Bizim mevzumuz şimdi o sağlam bir ceviz üzerinedir Bu sağlam olan cevizin de nasıl döküleceğini dikkatle takip ederseniz öğrenmiş olursunuz
1)Nefs-i Emmâre:
Cevizin yeşil kabuğu Nefs-i emmare’dir O yeşil kabuk da Allah-u Teâlâ’nın yarattığı bir latîfedir Fakat kötü işlere meyledip o kötü işleri işlediğinden ötürü, cevizin kabuğu gibi, Nefs-i emmâre de acıdır En kalın perde odur
...
2)Nefs-i Levvame:
Cevizin yeşil kabuğundan sonraki sert kabuktur İçeriye nüfuz etmediği için hep benlik davasında bulunur Nefsin arzularını o ceviz kabuğunu kırar gibi kırmadıkça, gerçekten içeriye nüfuz etmek mümkün değildir
İşte bütün benlikler burada toplanır Çok mühim bir noktadır “Ben! Ben! Ben!” diyenlerin yeri ve durağı burasıdır
Bu benliği cevize temsil ediyorum:
Kim ki duyarsanız “Ben, ben!” diyor, onların hepsi kabukta kalmıştır, kendi içine nüfuz edememiştir, içinden istifade edemiyorlar Nefis içeride “Ben, ben!” diyor, “Sen giremezsin buraya!” diyor
3)Nefs-i Mülhime:
Enelik kabuğunu kırmış, içeriye nüfuz etmiştir Ve fakat içten içe geçmek için, arzu ve istekleri perde mesabesindedir İçindeki haşaratı temizlemesi gerekmektedir
4)Nefs-i Mutmainne:
Haşaratı temizlemiş, zarı kalmıştır Hakk’a hayli yaklaşmıştır O zarın da kalkması için Râziye merdivenine çıkması lâzımdır ki “Lüb” yani cevizin özü husule gelsin
Daha önce “Makam”dan bahsederken Râziye’ye gelince “Merdiven” ismini verdik Çünkü insan büyüdükçe küçülür, küçüldükçe büyür O zaman kişi merdivenden hep aşağıya iner ve küçülür, azamet-i ilâhî’yi o zaman görmeye başlar
5)Nefs-i Mardiyye:
Artık haşaratı temizlemiştir Mutmainne’den sonra Râziye’ye ermiştir, o zar kalkmıştır Nefs-i mardiyye’de “Lüb” kalır, o zaman cevizin iç tarafının özü kalmıştır
Mardiyye merdivenine çıkanların dahi dilediğini tutar, dilediğini atar
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Allah dilediğini mağfiret eder, dilediğine azap eder” (Bakara: 284)
Bunun böyle olduğunu bilmek gerekir Mahlûkun hiç hükmü yoktur Hüküm ve değer yalnız ve yalnız Zül-celâl vel-kemâl olan Allah-u Teâlâ’ya mahsustur
6)Nefs-i Sâfiye:
Ceviz burada boşalmış olur Artık o zaman içinde yalnız Allah-u Teâlâ’nın varlığını görür
Çok açık ifade ediyorum, kendisinin de, kâinatın da kabuktan ibaret olduğunu görür Kendisi de aslında böyledir, kâinat da böyledir
İşte gerçek mânâda Kelime-i tevhid’i söyleyebilen bunlardı
1)Nefs-i Emmâre:
Cevizin yeşil kabuğu Nefs-i emmare’dir O yeşil kabuk da Allah-u Teâlâ’nın yarattığı bir latîfedir Fakat kötü işlere meyledip o kötü işleri işlediğinden ötürü, cevizin kabuğu gibi, Nefs-i emmâre de acıdır En kalın perde odur
...
2)Nefs-i Levvame:
Cevizin yeşil kabuğundan sonraki sert kabuktur İçeriye nüfuz etmediği için hep benlik davasında bulunur Nefsin arzularını o ceviz kabuğunu kırar gibi kırmadıkça, gerçekten içeriye nüfuz etmek mümkün değildir
İşte bütün benlikler burada toplanır Çok mühim bir noktadır “Ben! Ben! Ben!” diyenlerin yeri ve durağı burasıdır
Bu benliği cevize temsil ediyorum:
Kim ki duyarsanız “Ben, ben!” diyor, onların hepsi kabukta kalmıştır, kendi içine nüfuz edememiştir, içinden istifade edemiyorlar Nefis içeride “Ben, ben!” diyor, “Sen giremezsin buraya!” diyor
3)Nefs-i Mülhime:
Enelik kabuğunu kırmış, içeriye nüfuz etmiştir Ve fakat içten içe geçmek için, arzu ve istekleri perde mesabesindedir İçindeki haşaratı temizlemesi gerekmektedir
4)Nefs-i Mutmainne:
Haşaratı temizlemiş, zarı kalmıştır Hakk’a hayli yaklaşmıştır O zarın da kalkması için Râziye merdivenine çıkması lâzımdır ki “Lüb” yani cevizin özü husule gelsin
Daha önce “Makam”dan bahsederken Râziye’ye gelince “Merdiven” ismini verdik Çünkü insan büyüdükçe küçülür, küçüldükçe büyür O zaman kişi merdivenden hep aşağıya iner ve küçülür, azamet-i ilâhî’yi o zaman görmeye başlar
5)Nefs-i Mardiyye:
Artık haşaratı temizlemiştir Mutmainne’den sonra Râziye’ye ermiştir, o zar kalkmıştır Nefs-i mardiyye’de “Lüb” kalır, o zaman cevizin iç tarafının özü kalmıştır
Mardiyye merdivenine çıkanların dahi dilediğini tutar, dilediğini atar
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Allah dilediğini mağfiret eder, dilediğine azap eder” (Bakara: 284)
Bunun böyle olduğunu bilmek gerekir Mahlûkun hiç hükmü yoktur Hüküm ve değer yalnız ve yalnız Zül-celâl vel-kemâl olan Allah-u Teâlâ’ya mahsustur
6)Nefs-i Sâfiye:
Ceviz burada boşalmış olur Artık o zaman içinde yalnız Allah-u Teâlâ’nın varlığını görür
Çok açık ifade ediyorum, kendisinin de, kâinatın da kabuktan ibaret olduğunu görür Kendisi de aslında böyledir, kâinat da böyledir
İşte gerçek mânâda Kelime-i tevhid’i söyleyebilen bunlardı