Modern psikolojiyi İslam tasavvufu ile kaynaştıran psikiyatr Mustafa Merter, “Dokuz Yüz Katlı İnsan” kitabında modern psikoloji kuramcılarından ibadet sırasında yaşanan İslami bilinç hallerine, rüya analizinden günümüz insanının ruhsal rahatsızlıklarına bir çok konuyu ele alıyor. İşte kitaptan ilginç ayrıntılar…
Depresyona karşı “hayır terapisi” uygulayan Merter’in en dikkat çekici
iddiasına gelince: “Esma-ül Hüsna (Allah’ın güzel isimleri) her insanda
potansiyel olarak var ve modern insanın psikolojik sorunları bu isimlere uygun
yaşamamasından kaynaklanıyor!”
Rahman (esirgeyen), Rahîm (bağışlayan), Vedûd (inananları seven), Halîm (yumuşaklık sahibi), Hâlik (yaratıcı), Hafız (koruyucu), Sabûr (sabırlı), Nâfi (dilediğine fayda veren); Kuran-ı Kerim’de de geçen Allah’ın güzel isimlerinden, veya halk arasında bilinen adıyla Esma-ül Hüsna’dan bazıları… Tamamı 99 tane olan bu isimlerin her biri Allah’ın bir sıfatını ya da vasfını anlatıyor. İslam inancına göre de “bu isimlerin manasını layıkıyla bilen, Allah’ı bu isimlerden yola çıkarak tanıyan ve yaşayanlar” cennete girmeyi hak edecek!
“Kronik kaygı rahatsızlığı” diye tanımlanan; halk arasında kaygı, bunalma, sıkıntı olarak bilinen anksiyete ise çağımızın en yaygın patolojilerinden; hatta “küresel bir salgın” diyebiliriz. Ama birçok insan anksiyete sorunu için bir psikolog veya psikiyatra gitme ihtiyacı dahi duymuyor.
Peki ilk bakışta alâkasız görünen bu iki kavram, Esma-ül Hüsna ve anksiyetenin yolları modern insan açısından çok kritik bir noktada kesişiyor olabilir mi? Soruyu biraz daha açalım: Anksiyete ya da başka ruhsal rahatsızlıklar, “içimizde varolan, Allah’ın güzel isimlerini yaşayamamamızdan” kaynaklanıyor olabilir mi? Bu soruları sormamıza sebep olan, tartışma yaratacak iddianın sahibi, İsviçre’de eğitim görmüş bir psikiyatr: Uzun yıllar Zürich’te çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönen, psikolojinin yanı sıra meditasyon ve yoga gibi yeni çağ akımlarını da deneyen, uzun yıllardır benötesi psikolojisi çalışmalarıyla psikoloji ve İslam tasavvufunu kaynaştıran Mustafa Merter… Tasavvuf psikolojisini inceleyen Merter, yeni çıkan “Dokuz Yüz Katlı İnsan” adlı kitabında modern insanın ruhsal çıkmazlarına işte yukarıdaki farklı açıklama ve çözüm önerisini getiriyor!
Merter’e göre, Allah’ın vasıflarını anlatan 99 isminin birleştiği odak nokta İnsan-ı Kamil, yani mükemmel insan Hz. Muhammed. Ancak Merter’in herkesi ilgilendiren bir yaklaşımı da var ki, o da bu isimlerin (vasıfların) her insanda mevcut olduğu: “İbn Arabi’ye göre, Allah’ın güzel isimleri insanda tecelli etmezse, insan ‘kabz’, yani sıkıntı yaşıyor. Öyle ki, nefesini tutan bir insan gibi oluyor. Allah’ın 99 isminin tecellisini anlayınca, insanların bir çok psikolojik sıkıntısının bu isimlerden bazılarını yaşayamamasından kaynaklandığını düşündüm.”
“Maçolar celali değil, cemali yaşamalı”
Merter’in anksiyete dışında verdiği diğer iki örnek de ilginç. İlki, geciktirilmiş annelik sendromu: “Öyle bir çağda yaşıyoruz ki insanların animus, yani Jung psikolojisine göre eril kişilikleri aşırı gelişiyor. Oysa insanların bir de anima, yani dişil kişilikleri var. Aydınlanma hareketi sonrasında materyalist değerler öne çıkmış ve çağımız tüketmeyi, hükmetmeyi ön plana çıkarıyor. Bu da, hanımlarda çok güçlü bir animusa tekabül ediyor. Bu çağ ‘duyguyu’ küçük gördüğü için, kadınlar da duygusal yönlerini küçük görüyor. Bu çağda, değerli olmak isteyen bir kadın animusunu geliştirip ‘güdük’ bıraktığı anima ile yetinmeye çalışıyor. Oysa insanlık tarihi boyunca kadınlar adet görmeye başladıktan sonraki yıllarda evlenmişler ve kadınlığa ait latif duyguları yaşamaya başlamışlar. Ama şimdi gitgide bu latif duyguları erteleme söz konusu. Bu denge bozulduğu için de psikolojik sorunlar ortaya çıkıyor. Çünkü içlerindeki duyguyu yaşayamıyor, potansiyellerini basınç altında tutuyorlar.”
Merter’in iddiasına göre, Rahman, Rahîm, Vedûd, Halîm, Hâlik, Hafız, Sabûr, Nâfi gibi Allah’ın “cemal isimleri” diye tanımlanan sıfatlarını daha yoğun yaşayan bir kadının kişiliğinde belli olumlu değişiklikler gözlenmesi olası. Aynı yaklaşımı, verdiği ikinci örnek olan maço ve maganda erkeklere de uyarlıyor Merter: “Anima’larını yaşayamayan, Animus yanları ile özdeşleşmiş, Orta Çağ zırhlarına bürünmüş, güçlü gibi gözüken ama aslında sıkıntıdan patlayan maço veya maganda erkekler içlerindeki celâl yerine, cemâl isimlerine aşina olsalar, sorunları azalacak!”
Depresyona, hayır terapisi!
İslam dininde, Allah’ın 99 isminin her birinin kendine ait sayısı var ve o sayı kadar tekrarlanarak zikir şeklinde bir ibadet olarak uygulanıyor. Ancak Merter, bir terapistin terapi sürecinde Esma-ül Hüsna’yı zikir olarak vermesine karşı: “Zikirden ziyade, o isimleri nasıl yaşayabileceğimiz önemli. Hafız, Vedud, Rahman, Veli isimleri, ne yaparsak içimizde tecelli edebilir? Daha ziyade pratik uygulamaları açısından ele alıyorum. Mesela Rahman’ın tecelli etmesi için, psiko-hijyene dikkat etmek, yalan söylememek, dürüst olmak vs. lazım. Vedud isminin tecelli etmesi içinse yaşlılara yardım edilebilir.”
İnsan eğer mutlu ve özgür olmak istiyorsa “alma” halinden “verme” haline geçmesi gerektiğini savunan Merter, terapilerinde de insanları alan-varoluş konumundan veren-varoluş konumuna geçmeye teşvik ediyor. Bu ilginç terapiyi ise “hayır terapisi” olarak adlandırıyor: “İnsanın dünyaya bir şeyler vermeye başlaması lazım. Ama bunu hangi kanaldan yapacağını kişi kendi bilir. Şimdi çok güzel hayır kuruluşları var, onlara katılabilir.”
Merter’e göre, aslında depresyon insana “Sana bu kattaki varoluşun yetmiyor” diyen bir çağrı! Bu çağrı, Merter’in de kitabında işlediği “insanın çok-katlı yapısı” konusunu içeriyor: “İnsanı bir gökdelen gibi düşünün. Bir, aşağıya, mahzenlere doğru iniş potansiyelimiz; bir de bulunduğumuz kattan yukarı doğru çıkma potansiyelimiz var. Bu alt ve üst katları bilinçdışı olarak tasavvur edebiliriz. Aslında insan, yaratılışı itibari ile ‘Hazreti insan’… Yani içinde müthiş bir potansiyele sahip! Ancak, bulunduğu katı ve orada kendisini sınırlayan rolleri ancak bir üst kata çıkıp aşağı bakınca fark edebiliyor.”
“Batı psikolojisi nefsin katlarını bilmiyor!”
İslam tasavvufunda nefsin yedi mertebesi olduğunu söyleyen Merter, bu mertebeleri de şöyle sıralıyor: “Nefsi Emmare, yani kötülüğü emreden ve bundan zevk alan; Nefsi Levvame, yani kötülük yaptığında bundan pişman olup af dileyen; Nefsi Mutmainne, yani tatmin olmuş; Nefsi Radiyye, yani Allah’tan razı olmuş; Nefsi Mardiyye, yani Allah’ın razı olduğu; Nefsi Mülhime, yani Allah’tan ilham almaya başlayan; Nefsi Kamile, yani olgunluğa ermiş… Tüm psikoloji ekollerinin ortak noktası, nefs-i emarenin arzularını tatmin etmektir. Üst katlara doğru gelişebilmek için, ilk önce bu katların varlığını bilmek gerek. Oysa üst katların varlığından haberdar olmayan Batı psikolojisi, aynı katı süslemeyi amaçlıyor. Bu yüzden, insanları bu katlardan haberdar etmeye çalışıyorum. Çünkü bir üst kata, Nefsi Levvame’ye çıkınca alt katlara bakmak, ‘Ben bu rolümden sıyrılabilir, benim için daha özgürleştirici bir varoluş tarzına geçebilirim’ demek mümkün.”
Ancak, tasavvufi bir rehberlik yapmadığının da altını çiziyor Merter: “O üst mertebelere, yani makamlara çıkmak, tasavvufi eğitim ile mümkün. Ben sadece insanlara gönül ferahlığı yaşatmaya çalışıyorum. Nefsin üst katmanlarına çıkabilmek içinse, Allah’ın isimlerinin tecellisi bir zaruret.” Anlattığı tüm bu terapi süresince, rüyaların çok önemli olduğunu vurguluyor Merter. “İçimizde bize yardım etmeye çalışan bir dost var ve bizimle rüyalar aracılığı ile konuşuyor. Ama onu anlayabilmek için şifrelerini bilmek gerekiyor” diyen Merter, rüyaların her insana özel şifrelerinin terapi sürecinde açığa çıktığını savunuyor: “Böylece insan ‘can’ını hissediyor, varoluşu bir boyut daha kazanıyor.” Merter’in iddiaları sonrası İslam ve psikoloji üzerine tartışmalar da alevlenecek gibi görünüyor…
“Ormanda kaybolmuş insanın izini sürüyorum”
“Dokuz Yüz Katlı İnsan” kitabında örnekli rüya analizlerinin yanında Batı psikolojisine, farklı bilinç hallerine, namaz-oruç gibi İslami uygulamalarda yaşanan bilinç değişimlerine, günümüz insanının yaşadığı tüketim çılgınlığı ve krizlerine, Mevlana ve İbn Arabi gibi tasavvuf alimlerinden alıntılarla yer veren Merter’in, aslında mesleğe ilk başladığında bu konulara ilgisi yokmuş. Bir kadın hastasının, terapi sonrası “Şimdi ne olacak” diye sormasıyla insanların daha da gelişme potansiyelini araştırmaya başlamış. Böylece İslam ve tasavvufla tanışmış. “Geldiğiniz noktadan memnun musunuz” sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Değilim. Bu bir başlangıç, ama iyi bir iz üzerinde olduğumuzu hissediyorum. Karanlık varoluş ormanında kaybolmuş insanı anlamak için bir patika bulduk ve yavaş yavaş çıkıyoruz.”
Benötesi Psikoloji: 21. yüzyılın ekolü olmaya aday
“Psikanaliz”, “varoluşçu” ve “insancıl” ekollerinden sonra psikolojinin dördüncü ekolü olan “benötesi psikoloji” (Transpersonal Psychology), psikoloji ve spiritüel deneyimlerin kesiştiği bir alanda faaliyet gösteriyor. Psikolojinin kavram, teori ve metotlarını, spiritüel disiplinlerin konu ve pratikleriyle kaynaştırıyor. Benötesi psikolojinin temelinde, her insanın derinliklerinde, genelde bilinen, güncel hayata yansıyan yönünden daha yüce bir yön olduğu inancı var. Buradan yola çıkarak benötesi psikoloji, dünyanın dört bir yanındaki, farklı inanç sistemlerinin uygulamalarını kullanıyor. Benötesi (Transpersonal) teriminiyse ilk kez C. Gustav Jung kullanmış. Ancak, benötesi psikolojinin ayrı bir alan olarak ele alınması Abraham H. Maslow’un çalışmalarıyla başlıyor. Roger Walsh, Frances Vaughan, Stanislav Grof, Arthur J. Deikman, Ken Wilber ve Charles T. Tart gibi bilim adamlarının katkılarıyla gelişen benötesi psikoloji, 21’inci yüzyılın ekolü olmaya aday!
Rahman (esirgeyen), Rahîm (bağışlayan), Vedûd (inananları seven), Halîm (yumuşaklık sahibi), Hâlik (yaratıcı), Hafız (koruyucu), Sabûr (sabırlı), Nâfi (dilediğine fayda veren); Kuran-ı Kerim’de de geçen Allah’ın güzel isimlerinden, veya halk arasında bilinen adıyla Esma-ül Hüsna’dan bazıları… Tamamı 99 tane olan bu isimlerin her biri Allah’ın bir sıfatını ya da vasfını anlatıyor. İslam inancına göre de “bu isimlerin manasını layıkıyla bilen, Allah’ı bu isimlerden yola çıkarak tanıyan ve yaşayanlar” cennete girmeyi hak edecek!
“Kronik kaygı rahatsızlığı” diye tanımlanan; halk arasında kaygı, bunalma, sıkıntı olarak bilinen anksiyete ise çağımızın en yaygın patolojilerinden; hatta “küresel bir salgın” diyebiliriz. Ama birçok insan anksiyete sorunu için bir psikolog veya psikiyatra gitme ihtiyacı dahi duymuyor.
Peki ilk bakışta alâkasız görünen bu iki kavram, Esma-ül Hüsna ve anksiyetenin yolları modern insan açısından çok kritik bir noktada kesişiyor olabilir mi? Soruyu biraz daha açalım: Anksiyete ya da başka ruhsal rahatsızlıklar, “içimizde varolan, Allah’ın güzel isimlerini yaşayamamamızdan” kaynaklanıyor olabilir mi? Bu soruları sormamıza sebep olan, tartışma yaratacak iddianın sahibi, İsviçre’de eğitim görmüş bir psikiyatr: Uzun yıllar Zürich’te çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönen, psikolojinin yanı sıra meditasyon ve yoga gibi yeni çağ akımlarını da deneyen, uzun yıllardır benötesi psikolojisi çalışmalarıyla psikoloji ve İslam tasavvufunu kaynaştıran Mustafa Merter… Tasavvuf psikolojisini inceleyen Merter, yeni çıkan “Dokuz Yüz Katlı İnsan” adlı kitabında modern insanın ruhsal çıkmazlarına işte yukarıdaki farklı açıklama ve çözüm önerisini getiriyor!
Merter’e göre, Allah’ın vasıflarını anlatan 99 isminin birleştiği odak nokta İnsan-ı Kamil, yani mükemmel insan Hz. Muhammed. Ancak Merter’in herkesi ilgilendiren bir yaklaşımı da var ki, o da bu isimlerin (vasıfların) her insanda mevcut olduğu: “İbn Arabi’ye göre, Allah’ın güzel isimleri insanda tecelli etmezse, insan ‘kabz’, yani sıkıntı yaşıyor. Öyle ki, nefesini tutan bir insan gibi oluyor. Allah’ın 99 isminin tecellisini anlayınca, insanların bir çok psikolojik sıkıntısının bu isimlerden bazılarını yaşayamamasından kaynaklandığını düşündüm.”
“Maçolar celali değil, cemali yaşamalı”
Merter’in anksiyete dışında verdiği diğer iki örnek de ilginç. İlki, geciktirilmiş annelik sendromu: “Öyle bir çağda yaşıyoruz ki insanların animus, yani Jung psikolojisine göre eril kişilikleri aşırı gelişiyor. Oysa insanların bir de anima, yani dişil kişilikleri var. Aydınlanma hareketi sonrasında materyalist değerler öne çıkmış ve çağımız tüketmeyi, hükmetmeyi ön plana çıkarıyor. Bu da, hanımlarda çok güçlü bir animusa tekabül ediyor. Bu çağ ‘duyguyu’ küçük gördüğü için, kadınlar da duygusal yönlerini küçük görüyor. Bu çağda, değerli olmak isteyen bir kadın animusunu geliştirip ‘güdük’ bıraktığı anima ile yetinmeye çalışıyor. Oysa insanlık tarihi boyunca kadınlar adet görmeye başladıktan sonraki yıllarda evlenmişler ve kadınlığa ait latif duyguları yaşamaya başlamışlar. Ama şimdi gitgide bu latif duyguları erteleme söz konusu. Bu denge bozulduğu için de psikolojik sorunlar ortaya çıkıyor. Çünkü içlerindeki duyguyu yaşayamıyor, potansiyellerini basınç altında tutuyorlar.”
Merter’in iddiasına göre, Rahman, Rahîm, Vedûd, Halîm, Hâlik, Hafız, Sabûr, Nâfi gibi Allah’ın “cemal isimleri” diye tanımlanan sıfatlarını daha yoğun yaşayan bir kadının kişiliğinde belli olumlu değişiklikler gözlenmesi olası. Aynı yaklaşımı, verdiği ikinci örnek olan maço ve maganda erkeklere de uyarlıyor Merter: “Anima’larını yaşayamayan, Animus yanları ile özdeşleşmiş, Orta Çağ zırhlarına bürünmüş, güçlü gibi gözüken ama aslında sıkıntıdan patlayan maço veya maganda erkekler içlerindeki celâl yerine, cemâl isimlerine aşina olsalar, sorunları azalacak!”
Depresyona, hayır terapisi!
İslam dininde, Allah’ın 99 isminin her birinin kendine ait sayısı var ve o sayı kadar tekrarlanarak zikir şeklinde bir ibadet olarak uygulanıyor. Ancak Merter, bir terapistin terapi sürecinde Esma-ül Hüsna’yı zikir olarak vermesine karşı: “Zikirden ziyade, o isimleri nasıl yaşayabileceğimiz önemli. Hafız, Vedud, Rahman, Veli isimleri, ne yaparsak içimizde tecelli edebilir? Daha ziyade pratik uygulamaları açısından ele alıyorum. Mesela Rahman’ın tecelli etmesi için, psiko-hijyene dikkat etmek, yalan söylememek, dürüst olmak vs. lazım. Vedud isminin tecelli etmesi içinse yaşlılara yardım edilebilir.”
İnsan eğer mutlu ve özgür olmak istiyorsa “alma” halinden “verme” haline geçmesi gerektiğini savunan Merter, terapilerinde de insanları alan-varoluş konumundan veren-varoluş konumuna geçmeye teşvik ediyor. Bu ilginç terapiyi ise “hayır terapisi” olarak adlandırıyor: “İnsanın dünyaya bir şeyler vermeye başlaması lazım. Ama bunu hangi kanaldan yapacağını kişi kendi bilir. Şimdi çok güzel hayır kuruluşları var, onlara katılabilir.”
Merter’e göre, aslında depresyon insana “Sana bu kattaki varoluşun yetmiyor” diyen bir çağrı! Bu çağrı, Merter’in de kitabında işlediği “insanın çok-katlı yapısı” konusunu içeriyor: “İnsanı bir gökdelen gibi düşünün. Bir, aşağıya, mahzenlere doğru iniş potansiyelimiz; bir de bulunduğumuz kattan yukarı doğru çıkma potansiyelimiz var. Bu alt ve üst katları bilinçdışı olarak tasavvur edebiliriz. Aslında insan, yaratılışı itibari ile ‘Hazreti insan’… Yani içinde müthiş bir potansiyele sahip! Ancak, bulunduğu katı ve orada kendisini sınırlayan rolleri ancak bir üst kata çıkıp aşağı bakınca fark edebiliyor.”
“Batı psikolojisi nefsin katlarını bilmiyor!”
İslam tasavvufunda nefsin yedi mertebesi olduğunu söyleyen Merter, bu mertebeleri de şöyle sıralıyor: “Nefsi Emmare, yani kötülüğü emreden ve bundan zevk alan; Nefsi Levvame, yani kötülük yaptığında bundan pişman olup af dileyen; Nefsi Mutmainne, yani tatmin olmuş; Nefsi Radiyye, yani Allah’tan razı olmuş; Nefsi Mardiyye, yani Allah’ın razı olduğu; Nefsi Mülhime, yani Allah’tan ilham almaya başlayan; Nefsi Kamile, yani olgunluğa ermiş… Tüm psikoloji ekollerinin ortak noktası, nefs-i emarenin arzularını tatmin etmektir. Üst katlara doğru gelişebilmek için, ilk önce bu katların varlığını bilmek gerek. Oysa üst katların varlığından haberdar olmayan Batı psikolojisi, aynı katı süslemeyi amaçlıyor. Bu yüzden, insanları bu katlardan haberdar etmeye çalışıyorum. Çünkü bir üst kata, Nefsi Levvame’ye çıkınca alt katlara bakmak, ‘Ben bu rolümden sıyrılabilir, benim için daha özgürleştirici bir varoluş tarzına geçebilirim’ demek mümkün.”
Ancak, tasavvufi bir rehberlik yapmadığının da altını çiziyor Merter: “O üst mertebelere, yani makamlara çıkmak, tasavvufi eğitim ile mümkün. Ben sadece insanlara gönül ferahlığı yaşatmaya çalışıyorum. Nefsin üst katmanlarına çıkabilmek içinse, Allah’ın isimlerinin tecellisi bir zaruret.” Anlattığı tüm bu terapi süresince, rüyaların çok önemli olduğunu vurguluyor Merter. “İçimizde bize yardım etmeye çalışan bir dost var ve bizimle rüyalar aracılığı ile konuşuyor. Ama onu anlayabilmek için şifrelerini bilmek gerekiyor” diyen Merter, rüyaların her insana özel şifrelerinin terapi sürecinde açığa çıktığını savunuyor: “Böylece insan ‘can’ını hissediyor, varoluşu bir boyut daha kazanıyor.” Merter’in iddiaları sonrası İslam ve psikoloji üzerine tartışmalar da alevlenecek gibi görünüyor…
“Ormanda kaybolmuş insanın izini sürüyorum”
“Dokuz Yüz Katlı İnsan” kitabında örnekli rüya analizlerinin yanında Batı psikolojisine, farklı bilinç hallerine, namaz-oruç gibi İslami uygulamalarda yaşanan bilinç değişimlerine, günümüz insanının yaşadığı tüketim çılgınlığı ve krizlerine, Mevlana ve İbn Arabi gibi tasavvuf alimlerinden alıntılarla yer veren Merter’in, aslında mesleğe ilk başladığında bu konulara ilgisi yokmuş. Bir kadın hastasının, terapi sonrası “Şimdi ne olacak” diye sormasıyla insanların daha da gelişme potansiyelini araştırmaya başlamış. Böylece İslam ve tasavvufla tanışmış. “Geldiğiniz noktadan memnun musunuz” sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Değilim. Bu bir başlangıç, ama iyi bir iz üzerinde olduğumuzu hissediyorum. Karanlık varoluş ormanında kaybolmuş insanı anlamak için bir patika bulduk ve yavaş yavaş çıkıyoruz.”
Benötesi Psikoloji: 21. yüzyılın ekolü olmaya aday
“Psikanaliz”, “varoluşçu” ve “insancıl” ekollerinden sonra psikolojinin dördüncü ekolü olan “benötesi psikoloji” (Transpersonal Psychology), psikoloji ve spiritüel deneyimlerin kesiştiği bir alanda faaliyet gösteriyor. Psikolojinin kavram, teori ve metotlarını, spiritüel disiplinlerin konu ve pratikleriyle kaynaştırıyor. Benötesi psikolojinin temelinde, her insanın derinliklerinde, genelde bilinen, güncel hayata yansıyan yönünden daha yüce bir yön olduğu inancı var. Buradan yola çıkarak benötesi psikoloji, dünyanın dört bir yanındaki, farklı inanç sistemlerinin uygulamalarını kullanıyor. Benötesi (Transpersonal) teriminiyse ilk kez C. Gustav Jung kullanmış. Ancak, benötesi psikolojinin ayrı bir alan olarak ele alınması Abraham H. Maslow’un çalışmalarıyla başlıyor. Roger Walsh, Frances Vaughan, Stanislav Grof, Arthur J. Deikman, Ken Wilber ve Charles T. Tart gibi bilim adamlarının katkılarıyla gelişen benötesi psikoloji, 21’inci yüzyılın ekolü olmaya aday!