Müslümanların pek çoğu namaz kılmak istedikleri halde kılamazlar. Kalplerindeki iman onları namaza zorlar. Ama onlar beş vakit namaz kılmayı göze alamazlar. Zira onlara zor gelir. Elbette bunun için çeşitli mazeretleri de vardır. Örneğin iş hayatları buna uygun değildir… Başlarından aşkın işleri olduğu için namaza vakit bulamazlar… Çalıştıkları iş yerinde namaz kılacakları uygun yerler yoktur… Şu anda namaza başlarlarsa bu çevrelerinde iyi karşılanmayabilir, imajları bundan zedelenebilir… Bırakamadığı bir günah, örneğin ara sıra içtiği içki de bazı kimselerin namaz kılmasına mani olabilir… vb. Mazeretlerin hepsini burada saymağa imkân ve yer bulamayız. Elbette beş vakit namaz kılan kimseler için bu mazeretlerin iler tutar yanları yoktur. Çünkü bir Müslüman’ın bu dünyada ilk vazifesi namazdır. Diğer bütün işler ondan sonra gelir.
‘Namaz kılmamanın geçerli hiçbir mazereti olamaz.’ Elbette bu düşünce doğrudur, ben de bu düşünceye katılıyorum. Bütün bunların sonucunda namaz kılmak isteyip de yukarıdaki sıraladığımız veya bunlara benzer bir mazeretle kılamayan kişi şöyle bir karara varır: ‘Ben bir gün namaz kılacağım.’ Bunun için aşağı yukarı kafasında da bir tarih belirleyebilir. İşte peygamberimiz (s.a.s) böyleleri için şöyle buyurmuştur: ‘Erteleyenler (yarın, sonra yaparım diyenler) helak oldu.’
Maalesef Müslümanların namaz kılmak isteyip de kılamayanların büyük çoğunluğu yukarıda sıraladığımız ve kafalarında büyüttükleri bir çeşit mazeretle beş vakit namazı kılamazlar. Kimsenin mazeretini küçük görmemek gerekir. Bizim için basit bir şey olabilir ama ilgili mazeret o kişinin dünyasında aşılamayan bir engel olarak görünebilir. Olaya onun gözlüğü ile baktığımızda ona biraz da olsa hak vermek zorunda kalabiliriz. Onu anlayışla karşılayabiliriz. Lakin bencil doğamız pek başkalarının gözlüğünden hoşlanmaz. İnsanları anlayacağımız yerde onlara akıl verme kolaylığına ve ukalalığına kaçarız. Bununla da görevimizi yaptığımızı düşünürüz. Oysa beş vakit namazı düzenli kılan kimseler olarak kendi hayatımıza baktığımızda Allah’ın (c.c.) bizlerin doğru yolu bulmasında ne kadar anlayışlı, ne kadar sabırlı olduğunun yüzlerce örneğini hemen hatırlarız. Çünkü Allah (c.c.) çok sabırlı, anlayışlı ve esirgeyendir (Es-Sabur, Er-Rauf, Er-Rahim). Onun için Allah (c.c.), kullarına hep itidali ve sabrı tavsiye etmiştir. Ama benim böyle kişilere, yani namazı erteleyen Müslümanlara getirdiğim bir eleştirim var. O da şu: ‘Bir insanın ne kadar geçerli mazereti olsa da insan isterse namaza bir ucundan, kıyısından yaklaşabilir.’ Yani beş vakit namazı düzenli kılamamak için insanların kendince geçerli mazeretleri olabilir ama bunlar yatmadan önce, kalkarken veya başka bir uygun zamanında neden bir veya iki vakit de olsa vakit namazlarını kılmazlar? Ben işte mazeretlerini bu yönüyle kesinlikle kabul etmiyorum ve doğru da bulmuyorum. Sadece namazın farzları da olsa bu insanlar niçin hiç ucundan kıyısından namaza yaklaşmazlar da ya hep ya hiç mantığı ve felsefesiyle hareket ederler? Hâlbuki namazın sünnetlerini kılmamak kişiye günah kazandırmaz. Sadece sünnetin sevabından ve peygamberin bu vesile ile gelecek şefaatinden mahrum bırakır. (Aslında büyük birer mahrumiyettirler ama tabii kadrini bilene.) Ama farz ve vacip namazlar öyle değildir, bunları bilerek kılmamak büyük günahlardandır. Çünkü Allah’ın (c.c.) buyruğudurlar. Oysa günde bir iki vakit kılınan farz namaz insanın kılamadığı namazların günahlarını ahrette etkisiz kılabilir. Ama şu kesin ki, hiç kılmamaya göre büyük bir kazançtır bu. Buna kimse itiraz edemez.
Hadis-i şerifte Allahın (c.c.) rahmetinin gazabını geçtiğinden söz ediliyor. Niçin bir iki küçük adım da olsa O’nun rahmetine doğru yürümeyelim? Ayrıca Allah (c.c.), Kuran-ı Kerim’de ‘İyilikler kötülükleri giderir. (Hud suresi, 114)’ buyuruyor. Peygamberimiz (s.a.s.) hadis-i şeriflerinde günahların misliyle cezalandırıldığını ama iyiliklerin on kattan yedi yüz kata kadar artırılarak mükâfatlandırıldığını belirtmişlerdir. İyilikler de kötülükler de ahrette tartılacaktır, iyilikler ağır basınca insan ebedi hayatını cennette geçirecektir. ‘İşte o vakit tartıda iyilikleri ağır basan kimse, o artık hoşnut bir hayat içindedir!(Karia suresi, 6-7)’ Buna göre kılınan namazların sevapları kılınmayan namazların günahlarını ahrette hiç tesirsiz hale getiremez mi? (Tabii bu durum, namaz borcunu ortadan kaldıramaz. Elbette kılınmayan namazlar bir borçtur, kaza namazı olarak kılınmayı beklemektedirler. Bu başka bir konudur.) Bu küçük adımlar, insanı ileride zamanla yavaş yavaş sünnet, vacip ve farzıyla beraber beş vakit namaza doğru da götürebilir. Ama buna genellikle bir engel, kaynağını nefisten ve şeytandan alan bir güç mani olmaktadır: ‘Ya hep ya hiç!’
Ben insanların namaz kılmamalarını sorgularken onların hep aynı kayaya tosladıklarını görüyorum. Herkes namaz kılmak istiyor. Ben ‘Elhamdülillah Müslüman’ım’ deyip de namaz kılmak istemeyenine rastlamadım. Ama bu onların hayatında bir gün olacaktır. Bu gün, muhayyeldir. Onun gelip gelmeyeceği, insanın ona ulaşıp ulaşmayacağı belli değildir. Aynı zamanda namaz onların hayatında ya hep ya hiç (yani ya beş vakit olacak ya da hiç olmayacaktır) mantığı ve felsefesi ile gerçekleşecektir.
Ya hep ya hiç, hem bir mantığa hem de bir felsefeye dayanır. Dayandığı mantık, insanın nefsidir. Nefsin açgözlülüğü ve bencilliğidir. Kimseyle bir şeyi paylaşmak nefsin hoşuna gitmediği gibi kendisini başkalarının yerine koymak da pek işine gelmez.
Ya hep ya hiç aslında bir mantığa dayanmaz. Mantıksızlığı gün gibi ortadadır. Çünkü hiç olacağına bari azı olsun diye düşünmek, akıl ve mantığa daha uygundur. Ama ya hep ya hiç insan mantığını susturan bir özelliğe sahiptir. Bu sözde güya bir kararlılık, cesaret, gözü peklik görülse de bu bir aldatmacadır.
Ya hep ya hiç mantığı en çok kumarda kendisini belli eder. İşte o görünen kararlılık, cesaret, gözü peklik sadece kumarcılara özgüdür. Kumarcı varını yoğunu kaybetmedikçe rahatlamaz. Kumarcının bu zaafı, sadece ona özgü değildir. Her insanda tohum halinde mevcuttur. Yeter ki insan kumar illetine bulaşsın. Hemen bu zaaf kendisini belli eder. Açgözlü ve bencil nefis, insana bir canavar gibi hâkim olarak çılgınlaşır. İnsanı sıfıra, hatta onun altına da indirebilir. Rezil eder. Ya dünya onun olacak ya da hiç.
Ya hep ya hiç mantığı ve felsefesi ile namaz kılmayan Müslümanlar adeta ebedi hayatlarıyla kumar oynamaktadırlar.
Sosyal hayatlarında tesettürü kullanmayan inançlı kadınların bazıları namaz kılmayı da bir türlü başaramazlar. İsterler ama namaz onlara nasip olmaz. Suçluluk duygusuyla yönlerini Allah’a (c.c.) döndüremezler. Ya hep ya hiç mantık ve felsefesi ile elleri ve kolları adeta bağlanmış olur. Hâlbuki sadece namazda tesettürlü olmaları yetişir. Elbette sosyal hayatta tesettür Allah’ın (c.c.) emridir. Ona riayet etmemenin günahı ayrı bir konudur. Ama namaz kılmamanın gerekçesini buna bağlamak doğru değildir. Sosyal hayatında tesettürlü olamayan bir bayan da pekâlâ namazda tesettür kaidelerine uyarak namazını kılabilir.
Çeşitli günahların pençesinde kıvranan nice Müslüman da tıpkı yukarıda sözünü ettiğimiz tesettürlü kadınlar gibi ya hep ha hiç mantığı ve felsefesi ile bir türlü namaza başlayamazlar. Beş vakit namaza ancak günahlarına tövbe ettikten sonra başlayacaklarını düşünürler. Halbuki tövbe nimetini insana ihsan eden Allah Celle Celaluhudur. İnsan ucundan kıyısından namaza yaklaşırsa Allah (c.c.) ona belki bu nimeti de nasip edecektir. Zira namaz insanı hayâsızlıklardan ve kötülüklerden alıkoyar (bk. Ankebut suresi, 45).
Bazı baba ve anneler de evlatlarının namaza yönelmelerinde ya hep ya hiç mantığı ve felsefesi ile hareket ettikleri için farkında olmadan onların namaza başlamalarına engel teşkil ederler. Hatta çocuklarının tamamen namazdan uzaklaşmalarına bile neden olabilirler. Hâlbuki çocukların ve gençlerin duruma göre sadece farz namazı bile kılmaları büyük bir kazançtır.
Peygamberimizin (s.a.s) buyurduğu şu altın kural kulaklara küpe olmalıdır: ‘Güzel amelin az da olsa devamlı olanı makbuldür.’
Ekonomide kapitalizm bu felsefenin, yani ya hep ya hiçin ürünüdür. Müslüman’ın amacı dünya nimetlerini kısmi bir yardımlaşma ve paylaşma ile kardeşlerine de vermektir. Kapitalistin tek derdi sermayesini artırmaktır. Yığınlar acından ölse de gerçek bir kapitalist bir kuruşunu başkalarıyla paylaşmak istemez. Çünkü sermayeyi eksilten her şey bir tehlikedir. Onun bir böcek gibi ezilmesi gerekir. Ya sermaye ya da hiç derler. Orta yola, İslam’ın ekonomik kurallarına (özellikle işsizliğin sonu olan faiz yasağı ile devlet tarafından mecburi olarak zenginden alınıp yoksula verilen ve bir çeşit fon oluşumu özelliği taşıyan zekât ve yardımlaşmaya) pek sıcak bakmazlar. İslam dininin öngördüğü ekonomik düzeni sermayeleri için tıpkı komünizm gibi bir tehlike olarak görürler. Kapitalist devletlerin, halkları Müslüman devletlere karşı olan temel fobilerinin, kaygılarının ve korkularının nedeni de budur.
Ya hep ya hiçin felsefesi ise şeytandan gelir. Şeytan Aleyhillane, Hz. Âdem Aleyhisselam yaratıldığında cennette onunla beraber rahat bir hayatı yaşıyorken, yaşayacakken ya hep ya hiç mantığı ve felsefesi ile hareket ederek ya cennet tamamen benim olsun ya da cenneti hiç istemiyorum diyerek Allah’ın emrine karşı gelmiştir.
Ya hep ya hiç ateş gibidir. Ateş var olan her şeyi hiç eder. Madde karşısında ya hep ya hiç mantığı ile hareket eder. Önlenemezse koca bir evi eşyası ile yakar da gözü yine doymaz. İmkân verilse tüm dünyayı da yakabilir. Şeytanın yaratılışında da anasır-ı erba vardır (su, toprak, hava, ateş) ama ağırlıklı öğe ateş olduğu için Kuran-ı Kerim’de yüce Allah (c.c.), onu ateşten yarattığını ifade buyurmuştur. Aynı durum insan için de söz konusudur. Bu dört element insanın yaratılışında da vardır. Ama insanda en ağırlıklı öğe toprak olduğu için Kuran-ı Kerim’de Allah (c.c.), Âdem Aleyhisselam’ı topraktan yarattığını belirtmiştir. Ateş ya hep ya hiç mantığı ile hareket ederken toprak böyle değildir. İtidalle, sabırla hareket etmenin yanında bağrında her şeye de yer verir. Su, hava, ateş onun koynunda nice bitki ve hayvan türleri ile nimetlere dönüşür. Onun için Allah (c.c.), ateşten yaratılan şeytandan (İblis Aleyhillane’den) topraktan yaratılan Hz. Âdem Aleyhisselam’a secde etmesini emretmiştir. Ama şeytan toprağın üstünlüğünü görememiş ve ateşin topraktan daha üstün olduğu iddiası ile Allah’ın (c.c.) bu emrini çiğneyerek ebedi lanete hak kazanmıştır (bk. Bakara suresi, 30-40). İnsanda anasır-ı erbanın ateş öğesinden gelen bir damar da bulunmaktadır. Bu damar nefiste açgözlülük ve bencillik özelliklerine neden olur. İnsanı şeytanla akraba kılar. İşte şeytan ya hep ya hiç felsefesi ile nefsin bu mantığını harekete geçirmek ister. Çünkü ya hep ya hiç felsefesi şeytan gibi insanın da ebedi helakine yol açabilir. Şeytanın tek derdi insana karşı olan ezeli kininin ve hasedininin gereğini gerçekleştirmektir. Kendisi bu kin ve haset sebebiyle bile bile, hatta içerisinde Hz. Âdem Aleyhisselam’la yaşar dururken cenneti bedel olarak vermiştir. Hiçbir insanın da oraya girmesini arzu etmez. Buna asla razı olmaz. Kini ve hasedi o kadar dehşetlidir ki, ondan ancak Allah’a (c.c.) sığınılarak kurtulunabilir. Durum böyle iken bazı Müslümanların namaz kılma karşısında ya beş vakit namaz kılarım ya da hiç namaz kılmam diye hareket etmeleri veya böyle söylemeleri gayet düşündürücüdür.
Allah (c.c.) bütün ümmed-i Muhammed’e (s.a.s) beş vakit namaz kılma nimetini nasip eylesin. Beş vakti kılamayanlara da, nefsin ve şeytanların ya hep ya hiç mantık ve felsefesinden onları kurtararak, hiç olmazsa günde birkaç vakit namaz eda etmelerini nasip eylesin. Allah (c.c.) yeryüzünde bir günde en az bir vakit namaz kılmadan uyuyan hiçbir Müslüman bırakmasın. Herkese hidayetini ve namaz kılma şuurunu versin. Beş vakit namaz kılanlara da teheccüt, duha, evvabin gibi nafile namazları ihsan eylesin. Allah son nefese kadar namazı kalbimizde aziz ve sevgili kılsın. Bu yolla rızasını her birimize nasip etsin. Âmin.