Cumartesi, Şubat 25

Hikem-i Ataiyye 9

‎57. Ümidini kestiğin şeyden hürsün. Tamah ettiğin şeyin ise kölesisin.
Açıklama: Bir şeyden ümidini kesen himmetini ona harcamaz ve ondan alâkayı keser. Allah’a (c.c) kul olan kişi O’nun dışındakilerden hür olur. Kişi tamah ettiği şeyin kölesidir. Çünkü tamah; muhabbeti, boyun eğmeyi ve zilleti gerektirir. Bir şeyi sevmek ve boyun eğmek ise kulluğun vasfıdır. Bu manada denilmiştir ki:
“Köle, tamah ettiği müddetçe hürdür. Hür ise tamah ettiği müddetçe köledir.”
Efendisi melik olmasını istediği halde, memlûk (köle) kalmayı isteyen kişinin hali ne çirkindir.
Allah (c.c) bütün mahlûkatı insana hizmetkâr kıldığı halde, mahlûkata hizmet etmek isteyen insanın hali ne
acayiptir.

‎58. İhsan ve nimetleriyle Allah’a yönelmeyen, imtihan zincirleriyle O’na doğru çekilir.
Açıklama: Allah (c.c) kullarını üç kısma ayırmıştır. Ehl-i şimal, ehl-i yemin ve sâbikûn.25
Ehl-i şimal (cehennemlikler) hakkında zaten bir şey söylemeye gerek yok. Çünkü onların zaten Allah’a (c.c) yönelmeleri mümkün değildir.
Ehl-i yemin (cennetlikler) ise hususi bir yolla yani tarikat vasıtasıyla vs. değil,... şeriatın zahiriyle amel ederek Allah’a (c.c) yönelir. Konumuz onlar da değildir.
Sâbikûn (öncelik ehli, evvelkiler) ise Allah’ın (c.c) marifetine ve şühûduna erebilmek için O’na yönelenlerdir. Bunlar da iki kısımdır:
a) Allah’ın (c.c) ihsan ve nimetleri sebebiyle O’na yö¬nelenlerdir ki makamları şükür makamıdır.
b) Allah’ın (c.c) imtihan ve belaları sebebiyle O’na yö¬nelenlerdir ki makamları sabır makamıdır.
Birinci kısım gönül rızasıyla Allah’a yönelir. İkinci kısım ise zorla, (Bu manada şükür makamı sabır makamından daha efdaldir).
Allah (c.c) bir kişiyi marifet ehli kılmayı dilediğinde kendisini ona nimetleriyle tanıtır. Nimetlerle tanımayanı imtihanlar ve musibetlerle kendine çeker.26

Bir Hikâye
Fas’ta çok zâhid oları bir şeyh vardı. İbadet ve taatine çok düşkündü. Denizden balık yakalar, bir kısmıyla geçinir, diğer kısmını da tasadduk ederdi.
Bu şeyhin bir müridi Fas’taki başka bir beldeye sefere gidiyordu. Şeyh ona şöyle dedi:
“Falan beldeye gittiğinde falanca ismindeki arkadaşımı bul, ona selâmımı söyle ve ondan dua iste. Çünkü o büyük bir evliyadır.”
Adam o beldeye gitti ve şeyhinin tembih ettiği adamı sordu. Ona bir ev gösterdiler. Ev ancak meliklere layık şatafatlı bir evdi. Adam buna çok şaşırdı. İçeri girmek isteyince kapıcılar,
“Biraz bekle, o padişahın yanında” dediler. Adamın şaşkınlığı daha da arttı.
Bir müddet sonra beklenen şahıs muhteşem bir kıyafetle ve muazzam bir binek üzerinde heybetli bir şekilde geldi. Adamın taaccübü daha da arttı. Hatta geri dönmeyi hile düşündü. Fakat şeyhinin emrine muhalefet edemeyeceğini hatırladı ve izin isteyip içeri girdi. Hizmetkârlar, köleler ve gördüğü ihtişam hayretini katbekat artırdı. Sonra şeyhinin selâmını adama iletti. Adam,
“Sen onun yanından mı geliyorsun?” dedi. “Evet”.
“Onun yanına döndüğünde ona şöyle söyle:
Ne zamana kadar dünyayla meşgul olacaksın? Ne zamana kadar dünyaya yönelmeye devam edeceksin? Dünyaya rağbetinden ne zaman kurtulacaksın?”

Adam içinden,
“Vallahi bu şimdiye kadar gördüklerimden daha acayip” dedi.
Şeyhinin yanına geri döndüğünde şeyhi ona sordu:
“Falanca kardeşimi gördün mü?”
“Evet”.
“Sana ne dedi?” “Hiçbir şey”.
“İlla ki söyleyeceksin” deyince adamın sözlerini aynen iletti.
Şeyh bunun üzerine uzun müddet ağladı ve şöyle dedi:
“O kardeşim doğru söylüyor. Allah (c.c) onun kalbini dünyadan temizledi ve dünyayı eline verdi. Bense dünyadan elimi çektim ama hâlâ kalbimde birtakım bağlantılar var.”

‎59. Kim nimetlere şükretmezse, onları tükenmeye arzetmiştir. Nimetlere şükreden ise onları sağlam bağlarla bağlamıştır.
Açıklama: Hikmet ehli zatlar ittifak etmişlerdir ki; şükür mevcut nimetlerin bağı, mevcut olmayanların ise avıdır. Mevlâ (c.c),

“Şükrederseniz andolsun ki (nimetlerimi) artıracağım” (İbrahim 14/7) buyurmuştur.
Şükür üç kısımdır:
... a) Dil ile yapılan. Allah (c.c) buyurur ki:
“Rabbinin nimetini ise anlat” (Duhâ 93/11).
İnsanın Allah’ın nimetlerini kibirlenmeden anlatması şükürdür.
Resûlullah (s.a.v),
“Allah’ın nimetini anlatmak şükür, anlatmamak ise nankörlüktür” buyurmuştur.27
b) Amel ile yapılan. Allah (c.c) buyurur ki:
“Ey Davud ailesi, şükretmek için amel edin”{Sebe 34/13).
Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek şükürdür. Muhalefet eden ise nankörlük etmiş demektir.
Resûlullah (s.a.v), mahlûkatın en şereflisi olup, hiçbir yünahı olmadığı halde çok ibadet eder, geceleri mübarek uyakları şişinceye kadar namaz kılardı. Sebebi sorulduğunda,
”Şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuştu.28
c) Kalp ile yapılan her nimetin Allah’tan olduğunu bilmek kalbin şükrüdür.
“Sizde her ne nimet varsa Allah’tandır” (isiani 16/53).
Bazı âlimler her azanın şükrünün kendi cinsinden olduğunu söylemişlerdir. Mesela kulağın şükrü hayrı işittiğinde dinlemek, şerre kulak vermemek; gözün şükrü harama bakmamak gibi….
Sonuç itibariyle insan, kendinde bir nimet gördüğünde evvela o nimeti Allah’tan (c.c) bilmeli, sonra kibirlenmeden, böbürlenmeden anlatmalı ve şükrü için ibadetini çoğaltmalıdır. Böyle olunca artık Allah (c.c) elde olanı muhafaza eder ve nimetlerini daha da çoğaltır. Şükredilmeyen nimeti ise kuldan alır.
“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (Rad 13/11).
”Böyle olması, bir kavim nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah’ın onlara vermiş olduğu nimeti değiştirmemesi sebebiyledir” (Enfâi 8/53).29

28 Buhârî, Tefsîr, 48/2.
29 bk. 21. Bölüm, 185 ve 186. hikmet
 ‎60. Kötülük işlemeye devam ettiğin halde Allah’ın ihsanları bulunuyorsa bunun sana bir istidraç olmasından kork. “Biz onları bilmedikleri yerden yavaş yavaş azaba yaklaştırırız” (Kalem 68/44).
İstidraç, minnet/ihsan suretindeki mihnet/bela demektir. Kötülüğe devam ettiği halde Allah kişiye hâlâ ihsan ediyorsa kişi o ihsanın bir istidraç olmasından korkmalı, kalp, dil ve ameliyle o nimetin şükrüne çalışmalıdır. Çünkü Allah (c.c) nimetlerini iyiye olduğu gibi kötüye de ardı ardına verir. Ama bir yakaladı mı artık onu kimse kurtaramaz. Çünkü Allah’ın yakalaması pek şiddetlidir
 
‎61. Müridin, edebe aykın hareketlerinin akıbeti geciktirilince, “Eğer bu kötü e...dep olsaydı yardımlar kesilir ve uzaklık hâsıl olurdu” demesi onun cehaletindendir. Zira yardım kesildiği halde müridin haberi olmayabilir. Hiçbir ceza olmasa bile sırf ilerlemenin kesilmesi ona ceza olarak yeter. Bazen hiç haberi olmadığı halde uzaklık da hâsıl olabilir. Seni isteğinle baş başa bırakması uzaklık olarak yeter.
Açıklama: Edep üç kısımdır:
a) Allah ve Resûlü’ne karşı edep.
Allah’a olan edep; O’nun emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınmaktır. Resûlü’ne olap edep; onun sünnetine tâbi olmaktır.
b) Şeyhine karşı edep.
c) İhvan’a (sofi kardeşlerine) karşı edep.
Bunlar, tasavvuf kitaplarında geniş halde izah edilmiştir.
Kötü edep terakkiye (ilerlemeye) manidir. Ve uzaklığı gerektirir. Himmet ise mürid farkında olmadan gizlice kesilebilir. O halde mürid zahire (ve zahirî iltifata) kanmamalı, kötü edep işlemekten ve Allah’ın (c.c) rahmetinden uzaklaşmaktan korkmalıdır.
 
‎62. Allah’ın (c.c) devamlı olarak bazı virdleri çekmeyi ve devamlı yardımını na...sip ettiği birini görürsen onun yüzünde arif siması yok veya âşıkların neşesi yok, diye Mevlâ’sının ihsan ettiği lütufları hakir görme. Çünkü vârid olmazsa vird de olmazdı.
Açıklama: Mürid virdini yani belirli zikrini çekiyor ve istikrarlı olarak devam da ediyorsa bu mutlaka Allah’ın varidatı (gönderdiği feyiz ve nurlar) sebebiyledir. Böyle bir kişinin yüzünde ariflerin siması veya âşıkların parlaklığı yok, diye onu küçümsememelidir. Zira vird varsa Allah’ın ihsanı da var demektir.

‎63. Hak (c.c) bir kısım insanları hizmetine dikmiş, bir kısım insanlan ise muha...bbetine tahsis etmiştir. “Onların ve bunlann her birine Rabbinin nimetinden bolca ulaştınnz. Rabbinin nimeti (kimseden) menedilmiş değildir” (Isrâ 17/20).
Açıklama: Allah’ın (c.c) inayetine muvaffak olmuş kullar iki kısımdır.
Bir kısım Allah’ın (c.c) dinine hizmete ve şeriatı muhafazaya dikmiş olduğu zümredir ki âlimler, salihler, mücahidler, emir ve sultanlar vs. bu kısımdandır.
Bir kısım ise kendi marifetine ve muhabbetine tahsis itmiştir ki evliyalar, arifler, kâmiller vs. bu kısımdandır.


‎64. İlâhî varidatın ansızın gelmemesi pek nadirdir. Ta ki kullar o feyizleri ka...biliyetlerine bağlamasınlar.

Açıklama: İlâhî varidat (feyizler) çoğu kere ansızın gelir ki kullar onları kendi yetenek ve kabiliyetlerinden bilmesinler. Çünkü muhabbet, münâcât lezzeti ve taat sevgisi gibi ilâhî feyizler kesbî değil, vehbîdir. Yani kulun çalışmasıyla değil, Allah’ın vermesiyledir.
Şeyh Abdülkadir-i Geylânî’ye (k.s) ilâhî varidat ile şeytanî tuzaklar arasındaki fark sorulduğunda,

“İlâhî feyiz, hazırlığa göre gelmez ve bir sebeple yok olmaz. Hep aynı üslûpta ve aynı zamanda gelmez. Şeytandan gelenler ise çoğu kere bunun tersinedir” demiştir.
 
‎65. Her sorulana cevap veren, her gördüğünü anlatan ve her bildiğini söyleyeni ...görürsen bil ki o cahildir.

Açıklama: Mevlâ (c.c), “İnsanlara ilimden pek az bir şey verildiğini” bildirmiştir (isrâ 17/85).

Her soruya cevap veren tekellüfe (yani kendini zorlamaya) düşer. Tekellüfe düşen ise insanlara yapmacık davranır vo kendini güzel gösterir. Bu ise Allah’ı (c.c) bilmemenin sonucudur. Çünkü Allah’ı bilseydi O’nun ilmiyle yetinirdi.
“Faydalı ilim nedir?” sualine bir arif cevaben,

“Haddini bilmen ve tavrını değiştirmemendir” demiştir.

Selef-i salihin, kendilerine bir şey sorulduğunda soran kişiyi bir başkasına havale eder, o da bir başkasına havain eder, böylece sual ilk başta sorulan zata kadar dönerdi.

İmam Mâlik’e (r.a) bir mecliste otuz üç soru sorulmuş, üçüne cevap verip, diğerlerine “bilmiyorum” diye cevap vermiştir.

Her gördüğü kerameti, her ulaştığı makamı veya tattığı sırları söylemek ise faydasızdır. Çünkü bunlar bâtınî zevklerdir ve ancak erbabı anlayabilir. Anlamayanlara anlatmak ise bu nimetlerin kadrini bilmemektir.

Ayrıca bu zevkler Allah’ın bir emanetidir. İfşa etmek helâl değildir. Onları ifşa eden hainlik etmiştir. Tardolmayı ve ukubeti hak etmiştir. Bir daha da ona bir şey emanet edilmez.

Müşahede ettiği hakikat ve marifetleri ifşa etmek de böyledir. Gördüğü şeylerin şanını hafifsemektir. Eğer onların yüceliğini idrak edebilseydi başkasına söylemezdi. Zira bir hazineye sahip olan onu söylemez, gizler. Yoksa elinden alırlar.

Cenâb-ı Mevlâ (c.c),
“Mallarınızı (kıymet bilmeyip çar-çur eden) sefihlere vermeyin” buyurmuştur (Nisa 4/5).

Mevlâ’nın gözünde sineğin kanadı kadar değeri olmayan mal… Mal dahi kıymet bilmeyene verilmezken, Allah’ın (c.c) gizli bir hazinesi olan marifet ve hakikat ilmi, onun kıymetini bilmeyene verilir mi?

O halde kul bir nimet görmüşse onun ecrini bu fâni dünyada beklememeli, âhirete saklamalıdır.

‎67. Kim amelinin meyvesini acilen (bu dünyada) görürse, bu sonra (âhirette) onu...n kabul olacağının delilidir.

Açıklama: Amellerin makbuliyeti meçhuldür. Ancak Al lirette bilinir. Fakat bu dünyada onun alâmetleri vardır. O da meyve vermektir.

Ameller artıyor ve haller ilerliyorsa yapılan amel meyve veriyor demektir. Bu da kabul işaretidir. Amel kesiliyor vnya eksiliyor ise kabul olmamasından korkulur.

‎68. Allah indinde değerini bilmek istiyorsan seni nereye diktiğine bak.

Açıkla...ma: Müminler iki kısımdır: Allah’a (c.c) yakın olanlar ve uzak olanlar.

Eğer Allah’ın (c.c) emirlerine yapışıp, yasaklarından kaçıyorsan O’nun katında değerlisin ve O’na yakınsın.

İbadetinde tembel ve gevşek, haramlarında ise cesur isen değersizsin ve uzaksın.

Bir hadis-i şerifte,
“Kim Allah indinde değerini bilmek isterse, kalbinde Allah’ın ne derece değerli olduğuna baksın” buyrulmuştur.31

31 Hâkim, el-Müstedrek, 1/494; Ebû Yalâ, Müsned, nr. 1866..
 
‎69. Allah seni taat ve sırf O’nunla istiğna ile rızıklandırmışsa zahirî ve bâtı...nî nimetlerini sana bol bol vermiş demektir.

Açıklama: Taat şeriatın, sırf O’nunla yetinmek ise hakikatin şahididir.

Mürid şeriata uygun hareket ediyorsa ve Mevlâ’dan başkasına iltifat etmiyor, ihtiyaç duymuyorsa hem zahirî hem de bâtınî nimetlere kavuşmuş demektir.

30 Buhari; Tevhid, 35.
 
‎70. O’ndan isteyeceğin şeylerin en hayırlısı O’nun senden istediğidir.
Açıklama...: Allah’ın (c.c) kullarından istediği; zahiren mir ve nehiylerine riayet etmek (yani istikamet üzere olmak) ve O’nu çok zikretmek, bâtınen ise kalp ve sırları ıslah edip O’nu tanıyabilmektir.
Allah’ın (c.c) kulu muhafaza etmesi, ondan razı olmanı ve zat ve sıfat marifeti; ameller neticesinde Allah’ın (c.c) İhsan ettiği lütuflardır. Kul bunları isteyeceğine O’nun emir vn yasaklarına yapışsa daha evlâdır. Çünkü kul, efendisinin sözünü tutup, ona itaat ettiğinde efendisi zaten onu muhafaza edecek ve o daha istemeden nimetlerini verecektir.
Geride de geçti ki; arifin duası emre imtisal içindir. Yoksa arif kalben istemeye haya eder.32
32 bk. 2. Bölüm, 5. hikmet.
 
‎71. İşlemeye yeltenme olmadığı halde kaçırılmış ibadetlere üzülmek aldanma alâm...etlerindendir.
Açıklama: Kul kaçırdığı ibadetlere elbette üzülecek, ama bir yandan da ibadetleri işlemek için harekete geçecek ve artık kaçırmamak için bir çaba sarfedecek… Hiçbir çaba sarfetmeyip bir yandan da üzülmek aldanmadır.
İsteklerine dalmış, taate karşı hiçbir hareketi olmayan kişinin durumu tehlikelidir. Şeyh Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî (k.s) böyle bir kişinin devamlı iman ve hidayet nimetine şükretmesi ve imanının muhafazası için devamlı Allah’a yakarması gerektiğini, yoksa sonunun (Allah muhafaza) şekavet olacağını söylemiştir.
 
‎72. Arif, Hakk’a bir işarette bulunduğunda O’nu kendine işaretinden daha yakın bulan değildir. Bilakis arif; O’nun vücudunda fâni ve şühûdunda erimiş olması sebebiyle işareti dahi olmayan kişidir

Açıklama: Şeyh Ebü’l-Kasım Cüneyd (r.a) der ki:
“Arif; kendi nefsinden geçmiş, Rabbinin zikrine bitişmiş, O’nun hakkını eda ile meşgul, kalbi ile O’na bakan, hidayet nurlarıyla kalbi yanan ve tertemiz ...olan, içeceği onun muhabbeti olan ve gayb perdelerinin ötesinde Cebbar olan Allah’ın (c.c) tecellisine mazhar olan kişidir. Konuşsa Allah (c.c) iledir, sussa Allah’tandır (c.c). Hareket etse Al¬lah’ın (c.c) izniyle, dursa Allah’ladır. Yani o devamlı Allah’la, Allah için, Allah’tan ve Allah’adır.”
İşte hakiki arifin tarifi budur. Hakiki arif; tabirden dilsiz, işaretten müstağnidir. Ondan bir tabir veya işaret peyda olsa o vecdin taşmasındandır ve arif ondan bihaberdir.
‎73. Recâ (ümit); amelle beraber olan istektir. Yoksa o boş bir temennidir.
Açıklama: Bir hadis-i şerifte buyrulur ki:
“Akıllı kimse nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir. Âciz kimse ise nefsini hevâ ve isteklerine tabî kılıp boş temennide bulunandır.”33

33 Tirmizî, Kıyamet, 26.
 ‎74. Arifin talebi; ubûdiyyette (kullukta sadık olmak ve rubûbiyyetin hakkını ifa etmektir.
Açıklama: Cenâb-ı Mevlâ (c.c), Zümer sûresi 29. âyette müşrik ile muvahhide misal getirmiş, “birçok sahibi olup çekişilen bir köle ile bir kişiye hizmet eden kölenin eşit olmadığını” bildirmiştir. Kişiye mahsus bir köle, elbette ortak köleden daha fazla sevilir.
İşte arifin de maksadı sadece Rabbine kul olmak ve O’na karşı vazifelerini tam yapabilmektir.
 
‎75. Seni kabz halinde bırakmamak için bast eyledi, bast haline terketmemek için... de kabz eyledi. Sonra O’ndan başka bir şeye ait olmayasın diye seni her iki halden de çıkardı.
Açıklama: Bast; kalbe gelen ferahlık ve neşe hali; kabz ise, hüzün ve daralma halidir. Bu iki hal, gecenin gündüzle nöbetleştiği gibi sâlikin kalbinde devamlı değişir.
Avam; kalbine ümit galip olduğunda bast olup, korku galip olduğunda kabz olur.
Havas; kalbine cemal vasfı tecelli ettiğinde bast olup, celal vasfı tecelli ettiğinde kabz olur.
Ehassü’l-havas için ise celal ve cemal vasfı eşittir. Kalble gelen varidat onların halini değiştirmez. Çünkü onların kalpleri Allah iledir ve kullukları Allah içindir. Herhangi bir şey (cennet ümidi veya cehennem korkusu) için değildir.
Birinci ve ikinci kısma haller mâliktir. Son kısım ise hallere maliktir.

‎76. Arifler bast halindeyken kabz halindekinden daha ziyade korkarlar. Çünkü ba...st halinde edebi koruyabilenler pek nadirdir.
Açıklama: Bu nadir fırka mutmain olmuş, temkin ehli (kemale ermiş) zatlardır. Onlar dağ gibi sağlamdır. Ne kabz, ne de bast onları sallayabilir. Edebini asla terketmez.
Sülük ehli arifler ise bast halinin rahatlığıyla çoğu kere edebi terkedebilirler.
• Bast halinde, ferahlık bulmakla nefis hazzını alır. Ama kabz halinde nefsin hoşuna gidecek bir haz yoktur.
Açıklama: Bu, bazı ariflerin bast halinde edebi koruyamamalarının sebebidir. Yani bast halinde nefis sevinçli olduğu için haddini aşabilir. Ama kabz halinde hüzün hâkimdir ve nefsin hoşuna giden bir tarafı yoktur.

‎77. Çoğu kere sana verir de mahrum bırakır. Çoğu ke¬re de seni mahrum bırakır d...a verir.
Açıklama: Mevlâ (c.c) bazen kula, kulun hoşuna gide¬ni verir ve böylece onu yüce huzurdan mahrum bırakır.

Bazen de nefsinin hoşuna giden şeyden mahrum bırakarak onu yüce huzuruna ulaştırır.
Yahut da dünya lezzetini verip, âhiret izzetinden mahrum bırakır veya dünyayı vermez de âhireti verir.
Öyleyse Allah (c.c) verse de vermese de kul üzülmemeli, hayrın Allah’ın (c.c) muradı olduğunu bilmelidir.
• Mahrum bırakılmak senin için bir anlayış kapısı açıyorsa, bu mahrumiyet ihsanın ta kendisidir.
Açıklama: Mevlâ (c.c) buyurur ki:
“Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür.” (Bakara 2/216).
Bir şeyin hayır mı şer mi olacağını ancak Allah (c.c) bilir. Kulun hayır zannettiği şey bazen şer veya bunun tam tersi olabilir.
Allah (c.c) kulu bir şeyden mahrum ettiğinde kul zannını güzel tutar ve Allah’ın (c.c) iradesine teslim olursa bu mahrum bırakma, haddizatında ihsanın ta kendisidir.
Misal: Çocuğun biri, güzel görünüşlü fakat zehirli bir yemek görüyor. Yemeğe elini attığında babası mani oluyor. Çocuk ise babasının ona kötülük ettiğini sanıyor ve yemeğe ulaşamadığı için ağlıyor. Oysa bilmiyor ki babası ona acıyor. Keşke çocuk bunu bilebilseydi.
Bir Hikâye
Köylerin birinde ailesiyle beraber yaşayan arif bir zat vardı. Bir gün eşeklerinin öldüğünü söylediler:
“Hayır olur inşallah” dedi. Sonra köpeğin de öldüğünü söylediler. Adam yine,
“Hayırdır inşallah” dedi. Biraz sonra horozun da öldüğünü söylediler. Adam tekrar,
“Hayırdır inşallah” dedi. Evdekiler adama kızdılar,
“Gözümüzün önünde mallarımız yok oldu, bunda ne hayır var?” dediler.
O gece bazı eşkiyalar etraftaki bütün köyleri yağmalayıp, herkesi öldürmüşler. Işık olmadığından köyler ancak eşek, köpek ve horoz sesleriyle tespit ediliyormuş. Bunlar ise onların şerrinden kurtulmuşlar.

‎78. Varlıkların zahiri aldanma, bâtını ise ibrettir. Nefis zahirdeki aldatıcı s...üse, kalp ise bâtındaki ibrete bakar.
Açıklama: Varlıkların dış görünüşü cazibeli süslerle donatılmıştır. Oysa varlıkların hakikatleri ibretlerle doludur. Şehvetle varlıkların dışına değil, ibretle içlerine bakmalıdır.

Hz. Ali (r.a), Selmân-ı Fârisî’ye (r.a) yazdığı mektupta şöyle demiştir:
“Dünyanın misali ancak bir yılan gibidir. Dokunuşu yumuşak ama zehiri öldürücüdür. Öyleyse dünyadan ve onun hoşa giden süslerinden yüz çevir. Ondan ayrılacağını bildiysen üzüntüsünü terket. Onu elde etmekten sakın. Çünkü dünyalık ile sevinen mekruha düşer.”
Selef-i salihin, dünya kendilerine yöneldiğinde,
“Mutlaka bir günah işledik ki, akıbeti bu olsa gerek” derlerdi. Bir fakirlik ve sıkıntı geldiğinde ise,
“Salihlerin vasfı, merhaba!” derlerdi.
 
‎79. Sonsuz bir izzete sahip olmak istiyorsan, sonlu bir izzetle azizlenmek iste...me.
Açıklama: Sonsuz olan şeref ve izzet; kula Allah’ın (c.c) verdiği izzettir. O’na taat ve ibadeti, tazimi, teşbihi, zikri, marifet ve muhabbeti ile kazandığı şereftir.
Fâni olan şeref ise, dünya ile alâkalı ve mahlûkatın yüceltmesi ile elde edilen şereftir.
Allah’a (c.c) kul olan O’nun marifet ve muhabbetiyle şereflenen ilelebed şereflidir. Dünya şerefi ise geçicidir.
Hz. Ali (r.a),
“Malsız zengin olmak ve aşiretsiz çoğalmak isteyen, günah alçaklığından taat üstünlüğüne intikal etsin” demiştir.
Allah’ın (c.c) aziz kıldığını ise zelil kılacak yoktur.
‎80. Hakiki tayy; âhireti sana senden daha yakın gö¬rünceye dek, sana dünya mesa...fesinin katlanmasıdır.
Açıklama: Tayy, “katlanmak” demektir. Sofi taifesi in¬dinde dört çeşit “tayy” vardır:

Tayy-i zaman; kısa bir müddet içerisinde uzun bir müddeti yaşamaktır.
Bir Hikâye
Buna şu hikâyete anlatılanlar örnektir. Bir cuma günü Fırat nehrinde yıkanan bir adam sudan çıktığında elbiselerini bulamadı. Yolu takip etti ve kendisini Mısır’da buldu. Orada uzun müddet yaşadı, evlendi, çocukları oldu ve seneler geçti.
Sonra yine bir cuma günü gusletmek üzere Nil nehrine girdi. Sudan çıktığında kenarda ilk elbiselerini gördü. Yolu takip etti ve kendini Bağdat’ta buldu. İlk günkü cuma namazına da yetişti.
Resûlullah’in (s.a.v) Miraç hadisesi de tayy-i zamana bir misaldir.
Tayy-i mekân; mekânın katlanmasıdır. Bir zatın aynı anda iki veya daha fazla mekânda görülmesi gibi… Bu hadise birçok velide görülmüştür ve görülmeye de devam etmektedir.
Tayy-i dünya; tam bir imana sahip olma sayesinde, olacak şeyleri olmuş gibi bilmek ve tasdik etmektir. Her müslümanın âhiret, kabir, haşr, mizan, sırat gibi gaybî gerçeklere imanı gibi…
Tayy-i nefis; nefsin tüm kötü vasıfları terkedip, kendini Rabbinin huzurunda görmek, ölümü kendine kendi nefsinden daha yakın görünceye kadar dünya mesafelerini aşmaktır. İşte tahkik ehli indinde hakiki tayy budur. Sahabe-i kiramdan Hâhs’in (r.a) müşahedesi gibi…34
Ebû Muhammed Mürtaiş’e (k.s) bir adamın suda yürüdüğünü söylemişler. Şöyle cevap vermiş:
“Benim bazı talebelerim vardır ki, Allah onları nefislerine muhafelette sabit kılmıştır. Bu, suda yürümek ve havada uçmaktan daha büyüktür.”35


34 bk. 14. Bölüm, 128. Hikmet,
35 bkz: 14. Bölüm, 119. Hikmet.

 
‎81. Halkın vermesi mahrumiyet, Hakk’ın mahrum bırakması ise ihsandır.
Açıklama:... Abdüsselâm b. Meşiş (k.s), Ebü’l-Hasan eş-Şazelî’ye (k.s) şöyle nasihat etmiştir:
“Yâ Ebü’l-Hasan! İnsanların şerrinden ziyade hayrından kaç. Çünkü onların hayrı kalbine, şerri ise bedenine ulaşır. Bedenin zarar görmesi ise kalbin zarar görmesinden daha hayırlıdır.
Bir düşman ki seni Rabbine ulaştırıyor, seni Rabbin’den ayıran dosttan daha hayırlıdır.”
Halktan görülen iyilik kalbe zarar verir. Kul zayıfsa böylece halka iltifat eder ve zarar eder. Oysa Mevlâ mahrum bırakırsa kul yine O’na yönelir ve ihsana nail olur.

 
‎82. Rabbimiz (c.c) kulunun peşin amelini veresiye mükâfatlandırmaktan yücedir.
...Açıklama: Cenâb-ı Mevlâ (c.c) en kerim ve en cömert olandır. Kerim olanın şanı ise; bir şey satın aldığında ücretini anında vermektir.
“Allah, mü’minlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabilinde satın almıştır” (Tevbe 9/111).
Kim nefsini ve malını Allah (c.c) yolunda satar, feda ederse Allah (c.c) onu âhiretteki cennetten evvel dünyada ki marifet cennetine sokacaktır. Bu dünyada ona dost olacak ve onu hoşnut kılacaktır.
 
‎83. Seni taate ehil kılması, taatine mükâfat olarak yeter.
Açıklama: Padişah bi...r kişiyi hizmetine yaklaştırmışsa ona ikram etmek istiyor demektir. Allah’a ibadet etmemiz O’nun bize tevfik verdiğinin alâmetidir ve ibadetimize mükâfat olarak bu tevfik kâfidir.

 
‎84. Allah’ın (c.c) ibadet anında amel edenlerin kalplerine açmış olduğu huşu ve... ünsiyet onlara mükâfat olarak
yeter.
Açıklama: Amel esnasında Mevlâ’nın kulun kalbine açtığı şey; seyri sulukta, baştakiler için muhazara (huzurda olma bilinci), ortadakiler için murakabe (Allah’ın onu uördüğü bilinci) ve erenler için müşahededir (seyretme, Uörme). Bunların hepsine de “huşu” denilir.
İşte bu huşûun zevkini tatmak ve ibadette Cenâb-ı Mevlâ ile ünsiyet duymak (O’nunla baş başa kaldığını hissetmek) amel edenlere mükâfat olarak yeter.

 
‎85. O’na umduğu bir şey için veya ikabını defetmek için ibadet eden, O’nun yüce... vasıflarının hakkına riayet etmemiştir.
Açıklama: Bazıları Mevlâ’ya cennet arzusuyla, bazıları ise cehennem korkusuyla ibadet ederler. Her iki kısım da avam tabakasıdır. Böyle yapılan ibadet Cenâb-ı Mevlâ’nın azamet, kibriya, izzet ve kemal vasıflarına haksızlıktır.
Vehb b. Münebbih, Davud’un (a.s) Zebur’unda Al¬lah’ın (c.c) şöyle buyurduğunu nakledere:
“Bana cennet veya cehennemden dolayı ibadet edenden daha zalim kim var? Cennet ve cehennemi yaratmasaydım ibadet edilmeye ehil değil miydim?”
‎86. Ne zaman sana bir şey verse sana iyiliğini gösterir. Ne zaman senden menets...e sana kahrını gösterir. Demek ki O verse de, vermese de sana kendini tanıtıyor ve sana lütfuyla yöneliyor.
Açıklama: Cenâb-ı Mevlâ her zaman kullarına karşı lü-tufkâr, cömert, kerim ve rahimdir. Kula bir ihsanda bulunduğunda kul O’nun lütuf ve keremine şahit olur. Kahhâr sıfatını göstermek istediğinde ise kuldan bir şeyi meneder. Kul böylece Allah’ın azamet, kibriya,ve celâline şahit olur. Her iki halde de Mevlâ (c.c) kula kendini tanıtmakta, iyilikte bulunmaktadır. Menettiğinde kul bunu anlamasa bile…
‎87. Senden bir şeyi menetmesine üzülmen, O’nu hakkıyla anlayamadığındandır.
Açı...klama: Kul, bast ve atâ anında olduğu gibi kabz ve men anında da Allah’ı (c.c) tanımadıkça marifette kemale örmez. Şayet cemal anında tanıyıp, celâl anında O’nu tanımıyorsa bu avam tabakasının marifetidir. Bir şey verildiğinde hoşnut olup, verilmediğinde kızarlar. Bu tabaka hâlâ nefislerinin esiridir.
‎90. İki nimet vardır ki hiçbir varlık bunların dışında değildir ve her varlıkta... görülür. İcat nimeti ve imdat nimeti..
Evvela yaratmakla, ikinci olarak da peşi peşine yardımlarını göndermekle sana inam eyledi.
Açıklama: İcat, yaratmak; imdat ise, hayatta kalabilmesi için yardım etmektir.

Mevlâ (c.c) varlıkları yaratmakla onlara bir iyilikte bulunmuş, sonra da onun varlığını sürdürebilmesi için yardımlarını peş peşe göndermiştir.
Cenâb-ı Mevlâ (c.c) vâcibü’l-vücuttur ve zatıyla kaimdir. O’nun dışındaki her şey ise câizü’l-vücut olup, varlığı başkasına muhtaçtır. Yerin ve göğün dengesini koruyan Allah’tır. Ana karnında insanı yarattığı gibi, daha sonraki bir çok safhada onu koruyan ve ömür boyu ona sonsuz nimetler veren yine Allah’tır.
‎91-92. Yoksulluk sende zatidir. Sebeplerin gelişi, sende gizli olan o yoksulluğ...u hatırlatır. Arızî şeyler, zati yoksulluğu kaldırmaz. Vakitlerin en hayırlısı; yoksulluğuna şa hit olduğun ve sendeki zillete geri çevrildiğin vakittir.
Açıklama: Hak (c.c) mutlak zenginlik, mutlak kuvvet, mutlak kudret ve mutlak izzet sahibidir. Kul ise tam tersine mutlak fakr, mutlak zaaf, mutlak acz ve mutlak zillet sahihidir.
Yoksulluk, muhtaçlık insanda zatidir. Hastalık, açlık, su-I tuzluk vs. sebepler insana bu muhtaçlığı hatırlatmaktadır.
Arızî olarak bu ihtiyaçların ortadan kalkması ise kulun Acizliğini ortadan kaldırmaz. Mesela hasta iyileştiğinde veya aç doyduğunda acziyet ortadan kalkmaz. Çünkü kul tekrar hastalanmaya kabildir ve elbet yine acıkacaktır.
Mümin için en büyük şeref Allah’a (c.c) kul olmaktır. Mevlâ (c.c) Kur’ân-ı Kerîm’de birçok peygamberden “kulumuz” diye bahsetmiştir.
Hz. Resûlullah (s.a.v) melik veya kul bir peygamber olma hususunda tercihini “kul bir peygamber” olma yönünde kullanmıştır.40
O halde kulun en hayırlı vakti, kul olduğunu anladığı ve zelil olduğunu bildiği vakittir.
‎93-94. Seni ne zaman mahlûkattan uzaklaştınyorsa bil ki, sana bir ünsiyet kapıs...ı açmak istiyor. Ne zaman ki dilini duaya sevkediyor bil ki, sana birşeyler vermek istiyor.
Açıklama: Allah (c.c) kula bir ünsiyet kapısı açmak istediğinde onu mahlûkattan soğutur, uzaklaştırır.
Resûlullah (s.a.v), peygamberliği yaklaşınca devamlı Hira mağarasına gidiyor, orada uzlete çekiliyordu.
Uzlet kalbe yerleşince ünsiyet kapısı açılır.
Allah (c.c) kulun diline duayı nasip etmişse onun hakkında hayır murat etmiştir ve illa ona bir şeyler vermek istiyor demektir.
Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki:
Allah, icabete izin vermedikçe bir kul için duaya izin vermez.”41


41 Ali olaVlüttakî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 3144
 
‎95. Arifin Allah’a olan ızdırarı (zaruret ve şevki) zail olmaz ve O’ndan başkas...ıyla karar kılmaz.
Açıklama: Arif devamlı kendini aç ve istekli görür. Allah’ı daha fazla tanımak ister. Ne kadar tanışa yine kanmaz. Çünkü makamların nihayeti yoktur. Resûlullah (s.a.v) ariflerin efendisidir ve şöyle dua etmiştir:
“Rabbim! İlmimi artır.”
‎96. Eserlerin nurlarıyla zahirleri aydınlattı. Sıfatlarının Mallarıyla ise sırl...arı aydınlattı. Bu sebeple zahirlerin nurları batar, fakat kalp ve sırların nurları batmaz. Nitekim denilmiştir ki:

“Gündüzün güneşi, gece olunca batar. Kalplerin güneşi ise asla kaybolmaz.”
Açıklama: Zahiri nurlardan maksat; HakTeâlâ’nın kudretinin eserleri olan, kâinattaki gözle görülebilen ve O’nun kudretini gösteren harikuladelik ve ihtişamdır. Gökleri yıldızlarla süslemesi, yeryüzünü dağlar, ırmaklar, ormanlar, çiçekler vs. ile süslemesi, insanı göz, kulak, el, akıl vs. sayısız nimetlerle donatması gibi…
Sıfatlarının nurlarından maksat ise; O’nun izzet, azamet, celâl, kemâl ve kibriya gibi vasıflarını bilmek, kalben O’nu sıfatlarıyla tanımaktır.
Allah (c.c) bir kuluna marifetini nasip etmiş ve sıfat nurlarını ihsan etmişse artık o ışık kalpten ayrılmaz. Allah’ın kudretine delalet eden zahirî nurlar güneşin battığı gibi zail olabilir. Ama kalp ve sırları aydınlatmış olan marifet nurları asla sönmez.
‎97. Belayı verenin Allah (c.c) olduğunu bilmen, sana belanın acısını hafifletsi...n. Zira kaderlerdeki (belaları) sana gönderen, seni bol bol nimetlere alıştıranın ta kendisidir.
Açıklama: Başına bir musibet gelince o musibeti gönderenin kim olduğunu, şefkat ve merhametinin ne kadar büyük olduğunu hatırla. O şimdiye dek sana devamlı nimetler verdiğine göre yine sana bir lütufta bulunmak istiyor demektir. Sabret ve Mevlâ’nın hesapsız lütuflarına kavuş.

“Şüphesiz sabredenlere ecirleri hesapsız olarak ödenecektir” (Zümer 39/10).
‎98. Allah’ın (c.c) lütfunu kaderinden ayrı zanneden, basireti noksan olduğu içi...n böyle düşünür.
Açıklama: Allah’ın lütfü kaderinden ayrılmaz. Kaderi bir yere inmeden evvel lütfü iner. Beraberinde lütuf olmasa, belki bela daha şiddetli olacaktı. Musibetlerin daha büyükleri de Mevlâ’nın kudretindedir.
Hz. Ömer (r.a) demiştir ki:
“Allah (c.c) bana bir musibet verdiğinde beraberinde dört lütuf görerek sabrediyorum.
Birincisi, bu musibet dünya ile alâkalıdır. Ya âhiretimle alâkalı olsa ne yapardım.
İkincisi, bunun Allah’ın kaderi olduğunu biliyorum.
Üçüncüsü, sabrederek sabır sevabı alıyorum.
Dördüncüsü, o musibetin sevabını düşünüyorum.”
‎99. Senin için yolun sana karışmasından değil, hevâ ve heveslerinin galebesinde...n korkulur.
Açıklama: HakTeâlâ, Resûlullah’ın (s.a.v) diliyle hidayet ve hakikat yolunu bizlere apaçık beyan etmiştir. Şeriatın alâmeti, tarikatın minaresi ve hakikatin ışıkları bellidir. Hakk’a ulaşmak isteyenin yolu bellidir. Sıkıntı (hâşâ) yolda değil, senin nefsindedir. Sen nefis ve hevâna uyma yeter. Yoldan endişe etmene gerek yok.
‎100. Beşerî vasıfların zuhuruyla hususiyetin sırrını gizleyen ve kulluğu izhar ...ederek Rabliğinin azametini ortaya çıkaran Allah’ı (c.c) teşbih ederim.
Açıklama: Mevlâ (c.c) veli kullarının nurlarını zillet, fakr, acz, zaaf gibi beşerî vasıflarla gizlemiştir. Yoksa marifet nurları görülseydi, onun yanında güneş bile görülemezdi.
Ebü’l-Abbas el-Mürsî (k.s):
“Şayet velinin nuru açılsa ona taparlardı” demiştir.
Bu nurlar velilerin sırlarıdır. Bu sırrı ehlinden başkasına açan Hallaç gibi öldürülür.
Demek ki Mevlâ (c.c) bu sırrı gizlemekle de lütuf ve rahmet eylemiştir. Velilerin nurlarını beşerî vasıflarla gizlediği gibi onların ibadetiyle de kendi azametini izhar eylemiştir.
Azamet ve kibriyanın tek sahibi O’dur. O’nu tüm noksan sıfatlardan tenzih ederiz.
‎101. İsteğin gecikti diye Rabbini suçlama. Bilakis edebin geride kaldığı için n...efsini suçla.

Açıklama: Birinci bölümde de geçtiği üzere Allah (c.c) icabete kefil olmuştur ama zamanına ve kendi seçtiğine kefil olmuştur. Kulun bilmediği hayırları Mevlâ (c.c) bilir. Mevlâ (c.c) kula elbette en hayırlı olanı vermiştir. Kul Rabbiyle çekişeceğine, terk-i edebinden ötürü nefsiyle çekişmelidir.
‎102-103. Seni zahirde emrine uyan kıldığı, bâtında ise kahrına teslimiyetle nzı...klandırdığında sana çok büyük ihsanda bulunmuş demektir. Her tahsis sahibinin tahlisi tamam olmaz.
Açıklama: Müminin, zahirde Allah’ın emrine imtisali; şeriatın kemaline, bâtında Allah’ın (c.c) kahrına teslimiyeti ise; tarikat ve hakikatte kemaline işarettir.
İkisi bir kulda bulunduğunda bu, tam kemalâttır. Zahirini taat ve ibadetle, batınını marifetle süsleyen kemalâta ermiştir ve çok büyük bir nimete kavuşmuştur.
O halde bu nimetin kadrini bilmeli ve şükrünü etmelidir ki, Allah’ın ikramına nail olan, zahirî ibadet verilen herkes tahlise (kurtuluşa) ulaşmış demek değildir.
İbadetin var diye kendini kurtulmuş zannetme. İçini de marifet ile ve Allah’ın (c.c) kahr ve belasına sabır ile süsle. Kemale ancak o zaman erersin.
Hikem-i Atâiyye – Atâullah İskenderii (k.s)
‎104. Virdi ancak cahiller küçük görür. Vârid âhiret yurdunda da vardır. Vird is...e bu dünyanın bitmesiyle biter. Varlığında halefi olmayan, özenilmeye daha şayandır. Hem de vird, O’nun senden isteğidir. Varidi ise sen O’ndan istemektesin. O’nun senden istediği nerede, senin O’ndan istediğin nerede?
Açıklama: Burada vâridden murat; Allah’ın (c.c) ihsan-ı, dünya nimetleri, mükâfatları ve amellerin semere ve İlçeleridir.
Kul Allah’tan bunları istemek yerine virdine (yani dünü olarak çektiği ders ve tesbihatına) önem vermelidir, nkü vird bu dünyanın nihayetine kadardır. Âhirette (teklifi olarak) vird yok, fakat mükâfatı vardır. Kul bu dünyada terkettiği zikirden dolayı âhirette pişmanlık duyacaktır. Fırsat eldeyken kul, virdine önem vermelidir.
Allah’ın (c.c) ihsanları ise bu dünyada olduğu gibi âhirette de boldur. Hem de virdi O bizden istemiştir. Varidi ise biz O’ndan istiyoruz. O’nun bizden istediği, bizim O’ndan istediğimizden elbette daha hayırlı ve daha evlâdır.
‎105-106. Yardımların gelmesi istidata göre, nurların parlaması da sırların pakl...ığına göredir. Gafil, sabahladığında o gün ne yapacağına, akıllı ise Allah’ın (c.c) ona ne yapacağına bakar.
Açıklama: Yardımlardan murat; Cenâb-ı Mevlâ’nın kalplere gönderdiği nurlardır. Bu nurlar her kalbe, kabiliyetleri hasebince yerleşir. Çalışma miktarınca müşahede ve kötü huylardan tahliye miktarınca da güzel huylarla süslenme hâsıl olur. Kalpler nefis, hevâ ve dünyevî alâkalardan ne kadar temizlenmişse ilâhî nurlar o derece parlar.
Bu nurların parlamasının alâmeti ise; tedbir ve tercihi terk etmek ve tamamen tek ve Kahhar olan Allah’ın (c.c) emrine (kazasına) teslim olmaktır. Allah’ı (c.c) tanımayan çabalar, durur. Akıllı ise, her şeyi yaratanın Allah (c.c) olduğunu bilir. Sonuçta olan, yine O’nun buyruğudur.
‎107. Âbidler ve zâhidler her şeyde Allah’ı (c.c) görmekten gafil kaldıklan için... her şeyden soğumuşlardır. Şayet her şeyde O’nu görselerdi hiçbir şeyden vahşet duymazlardı.
Açıklama: Âbidler amele dalmışlar, gece-gündüz ettikleri ibadetlerde müstağrak olmuşlar ve bu ibadetlerin halâveti (lezzeti) onları Hakk’ın şühûdundan meşgul etmiştir.
Zâhidler ise dünya ve lezzetini terke dalmışlar ve her şeyden soğumuşlardır. Zühdün lezzeti onları müşahededen meşgul etmiştir.
Fakat bunların eşyadan nefret etmesi, mahlûkattan uzaklaşması o konuda Allah’tan (c.c) gafil oldukları içindir. Şayet onlar Allah’ı her şeyde görselerdi, eşya ve mahlûkata karşı yabanileşmezlerdi.
Arifler ise halkla beraber Hakk’ı da görürler. Halkın şühûdu onları Hakk’ı görmekten perdelemez. Onlar kalıplarıyla halkın arasında fakat kalpleriyle Hakk’ın huzurundadır. Halk ve eşya onları Hakktan meşgul etmez ki eşyaya düşman olsun. Belki her şeyde Hakk’ı müşahede ederler. O’nun kudret, azamet ve lütfunu görürler.
‎108-109. Bu dünyada işin, O’nun mahlûkatına bakmaktır. Zatının kemalini ise san...a öbür dünyada açacak. Senin (O’nu görmeden) sabredemeyeceğini bildiği için sana kendisinden zuhur eden şeyleri gösterdi.
Açıklama: Âşık, devamlı maşukunu görmek ister. Göremezse sabredemez. Cenâb-ı Mevlâ (c.c) kullarının kendisini görememeye sabredemeyeceğini bildiği için onlara eserlerine bakmayı emretti. O (c.c) kullarına, zatının şühûdunu âhirette lütfedecek. Bu dünyada O’nun tecelliyatını görmek isteyen ise dağlara, ırmaklara, bitkilere, denizlere vs. mahlûkata baksın. Kâinat Mevlâ’nın kudretinin eseridir ve O’nun kemal ve kudretinin alâmetleriyle müzeyyendir.
‎110. Hak (c.c) sende usanç olduğunu bildi ve ibadetleri çeşit çeşit kıldı. Send...e heves olduğunu gördü de bazı vakitlerde ibadet etmeni yasakladı. Ta ki kastın sırf namaz değil, namazı ikame etmek olsun. Zira her namaz kılan, namazı ikame etmiş değildir.
Açıklama: İnsanın fıtratı, aynı şeyi tekrar etmekten usanıcı olarak yaratılmıştır. Bu sebeple Mevlâ (c.c) kullarına acıyarak onlara ibadetleri çeşitlendirmiştir. Namazdan usanan Kur’an okusun, Kur’an’ı okumaktan usanan zikir çeksin vs….
Yine insanın cibilliyetinde şereh (iştah, dünya işlerine düşkünlük, heves) vardır. Bu sebeple Allah (c.c) kullarına bazı vakitlerde namaz kılmayı yasaklamıştır. Yoksa kul namazda o işi düşünür ve huşûyu kaçırırdı. Oysa huşu, ibadette çok önemlidir.
Hadis-i şerifte,
“Nice gece kalkıp da ibadet edenler vardır ki, onların bundan nasipleri sadece uykusuzluk ve zahmettir. “42
“Her kimin namazı onu fuhuş ve kötülüklerden alıkoymuyorsa o namaz kişiyi Allah’tan uzaklaştırır” buyrulmuştur.43
Allah (c.c) namazı, kılmaktan ziyade ikâme etmeyi yani dosdoğru kılmayı emretmişti Resûlullah (s.a.v),
“Kim ki abdestini güzel alır, namazlarını vaktinde kılar, kıyam, rükû ve secdelerini tastamam yapar, hususuna riayet ederse, namaz, beyaz ve parlak olduğu halde yükselir ve (lisan-ı haliyle), “Benim hakkıma riayet ettiğin gibi Allah da seni korusun” der. Kim ki abdestini güzel almaz, namazlarını vaktinde kılmaz, rükû, secde ve huşuuna riayet etmezse, siyah ve karanlık olduğu halde yükselir ve (lisan-ı haliyle), “Beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin ” der. Ta ki Allah Teâlâ’nın dilediği yere gittikten sonra bir paçavra gibi dürülür ve adamın suratına çapılır.” 44
Diğer bir hadis-i şeriflerinde,
“Hırsızlık cihetinden insanların en kötüsü, namazından çalandır” buyurmuştur. Ashab-ı kiram,
“Kişi namazından nasıl çalar yâ Resûlallah?” diye sorunca,
“Rükû, sücûd ve huşuunu tamamlamaz” buyurmuştur.45
Huşu bu derece önemli olduğu için, kullar dünyevî ihtiyaçlarını gidersin, ta ki namaza kendini verebilsin diye Mevlâ (c.c) bazı vakitleri kullarına hediye etmiştir.

42 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/373.

43 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 2/531.
44 Münziri, et-Terglb ve’t-Terhîb, nr. 578.
45 Dârimî, Salât, 78.
‎111-112. Namaz, kalpleri günah kirlerinden arındırıp, gayb kapılarının açılması...nı sağlar. Namaz, münâcât mahalli ve musafat (safileşme) madenidir. Sırların alanları onda genişler ve nur ışıklan onda parıldar.
Açıklama: Bu hikmette namazın bazı semere ve neticeleri beyan edilmiştir.
Namaz kulun, Rabbi huzurunda boyun büktüğü, zül ve iftikarını izhar ettiği bir ibadettir. Nefis ise kibir, izzet ve iftihara meyyaldir. Kul, namaz sayesinde acziyetini ve kulluğunu hatırlamakta, böylece kalpteki kötü vasıflardan kurtulmaktadır.
Namazın bir neticesi de gayb kapılarının açılmasıdır. Gayb’dan maksat; melekût (mana) âleminin sırlarıdır. Namazda gayb kapılarının açılması, zahirî ve bâtınî temizliğin husulünden dolayıdır.
Üçüncü netice; kulun namazda Rabbiyle muhatabe etmesi, O’nu övmesi ve O’ndan istemesidir. Kul tilavetiyle rabbine münâcâtta bulunur, Rab (c.c) ise feth ve hicabı kaldırmak ile ona ikram eder.
Musafat, münacattan daha incedir. Musafat, hissiyat bulanıklığından arınmış olan münâcâttır.
Namaz sır meydanlarının genişlediği ve nurların parladığı bir ibadettir. Buradaki sırdan murat, zat sırrı, nurlardan murat ise, sıfat nurlarıdır. Bu namaz fena ve bekâ ehlinin namazıdır. İlk dört netice, hallerine göre sülük ehlinin namazlarının neticesidir. Gaflet ehlinin kıldığı namaz ise bu neticeleri vermez.

• Allah (c.c) sendeki zayıflığı bildi de namazın sayılarını az kıldı. O’nun fazlına olan ihtiyacını bildi de yardımlarını çoğalttı.
Allah (c.c) bizdeki tembellik gibi zayıf vasıfları bildiği için bizlere merhamet etmiş, evvela elli vakit olan namazı beş vakte indirmiştir. Fakat amelimiz çok zayıf ve kusurlu olduğu ve kurtuluş amelle değil, ancak O’nun fazlı ve lütfuyla olduğu için bize ihsan etmiş, beş vaktin karşılığı olarak elli vakit sevabı ile mükâfatlandırmış, aynı zamanda her haseneye en az on sevap vaad etmiştir.
Bunlar Mevlâ’nın bizlere merhamet ve ihsanının göstergesidir. O’na layık amel işlemek mümkün değildir. Amelle kurtuluş yoktur. Felah yine O’nun lütfü, ihsanı ve rahmetiyledir.
‎113. Bir amele ivaz beklersen, o amelde ihlâstan sorgulanırsın. Şüphe edene sel...âmet kâfidir.
Açıklama: Ameline karşılık, mükâfat talep edersen, o amelde ihlâstan hesaba çekilirsin. Oysa ameline sevap olarak O’nun gazap ve helakinden salim kalman yeterlidir. Sana azap etmezse sen ona şükret. Çünkü sorguya çekilen amel iflah olmaz. Allah’tan haya et de noksan yapılmış hır amele karşılık bekleme.
‎114-115. Yapmadığın amele ivaz bekleme. Senden onu kabul etmesi mükâfat olarak ...yeter. Sana fazlını göstermek istediğinde (bir şeyi) sende yaratır ve sana nisbet eder.
Açıklama: Amelleri zahirde kul yapıyor gibi görünse de hakikatte onu yaptıran Allah’tır (c.c).
“Sizi de, amellerinizi de yaratan Allah’tır” (Saffât 37/96). “Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Tekvîr 81/29).
Amelleri zahirde biz bile yapsak hidayet ve tevfiki bile ihsan eden yine O’dur. Nice insanlar vardır ki ibadeti arzuladıkları halde yapmaya muvaffak olamamakta, güç bulmamamaktadır. Hidayet veren Allah olduğu gibi güç veren de O’dur.
O halde kişi, hakikatte Allah’ın yaptırdığı bir amele ivaz beklememelidir. En büyük mükâfat O’nun âciz amelimizi kabul etmesidir. Mevlâ (c.c) bir ameli bizde yaratır ve bize nisbet ederse bu yine O’nun fazlıdır. Fazilet bize değil, yine Mevlâ’ya aittir.46
Ey kardeşim! Kendinde veya amelinde bir kemalât gördüğünde onu Allah’a (c.c) nisbet et. Bir eksiklik gördüğünde ise nefse ve melun şeytana kabahat bul.
Sehl b. Abdullah (k.s) der ki:
“Kul bir sevap işlediğinde derse ki:
“Yâ Rabbi! Senin fazlın ve rahmetinle yaptım, sana şükürler olsun.” Allah (c.c) der ki:
“Ama sen bana itaat ettin, gayret ettin.”
Şayet kul nefsini görür de,
“Ben yaptım, ben itaat ettim” derse, Allah (c.c) ondan yüz çevirir ve,
“Seni ben muvaffak eyledim, ben yardım ettim ve sana kolaylaştırdım,” der.
Kul bir günah işlediğinde,
“Ya Rabbi! Sen hükmettin, sen takdir ettin, senin kazandır” derse Allah Teâlâ ona kızar ve,
“Sen günahı tercih ettin, cahillik ettin, sen işledin” der.
Kul, “Yâ Rabbi! Ben günah işledim, cahillik ettim, nefsime zulmettim” derse Mevlâ (c.c) ona rahmetiyle yönelir ve,
“Ben böyle takdir ettim, ben hükmettim. Seni de bağışlıyorum ve günahını örtüyorum” der.
‎116. Seni nefsine döndürürse kötülüğünün sonu gelmez. Eğer cömertliğini sende g...österirse övgünlüğün bitmez.
Açıklama: Cenâb-ı Allah bir kulu küçültmek istediğinde onu nefsiyle baş başa bırakır. Kul hep nefsini görür.
Bir kulu yüceltmek istediğinde ise onda cömertliğini ve keremini izhar eder. Onu nefsine bırakmaz ve nefsini görmekten korur.
Resûlullah’ın (s.a.v) bir duası da şöyleydi:
“Yâ Rabbi! Göz açıp kapayıncaya kadar bile beni kendi nefsime bırakma.”47

47 Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 5075; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/181
 
‎117-118 O’nun rubûbiyyet sıfatlarına yapış ve kendinin ubûdiyyet vasıflarını iy...i bil. Başka bir mahlûka ait bir şeyi iddia etmeni bile sana yasaklamışken -Rabbü’l-âle-min olduğu halde- O’nun bir vasfını iddia etmeni sana mubah kılar mı?
Açıklama: Allah’ın (c.c) rubûbiyyet vasıfları; izzet, azamet, kibriya, gına, kudret, ilim, celâl, cemâl vs. kemalât sıfatlarıdır.
İnsanın kulluk vasıfları ise, züll, acz, fakr, zaaf, cehl gibi nakıs sıfatlardır.
Kul nefsinde acziyetini bilmeli ve gönlünü kemal sahibi olan yüce Allah’a bağlamalıdır. Mevlâ’nın gani olduğunu bilip, O’nun dışındakilerden müstağni olmalı, O’nun kudret ve kuvvetine güvenip başkasına sığınmamalıdır.
Cenâb-ı Mevlâ (c.c) gayurdur (yani gayret/kıskançlık sahibi). Zatında olduğu gibi hiçbir vasfında da kendisine ortak kabul etmez. Kibriya O’nun hakkıdır. Kimsenin kibirlenmesine, kendini bilgin görmesine, böbürlenmesine razı olmaz.

Kullara başkasının malını sahiplenmeyi bile haram kılmışken, kendi yüce vasıflarını birinin sahiplenmesine nasıl izin verir?
O halde kul, Allah’ı tüm kâmil sıfatlarıyla tanımalı, kendi acizliğini bilmeli ve haddini aşmamalıdır.
Buhârî’de mezkûrdur ki, bir gün Musa (a.s) çok beliğ bir hutbe okudu. İnsanlar çok etkilenip ağlaştılar. Biri Musa’ya (a.s) sordu:
“Senden daha âlim birini tanıyor musun?” Musa (a.s), “Hayır” dedi.
Oysa “Allah var” diyebilirdi. Bunun üzerine Allah (c.c), “Hayır. Kulum Hızır senden daha âlimdir” buyurdu ve Kehf sûresinde anlatılan kıssa cereyan etti.48


48 Buhârî, ilim, 44.
‎119. Sen nefsinin alışkanlıklarını yarmadıkça âdetler lana nasıl yarılacak?
Açı...klama: Mucize, keramet gibi âdete muhalif olaylara harikulade (adeti yaran) tabir olunur. Harikulade olaylar iki isimdir:
Hissî hark: Havada uçmak, suda yürümek, kalpten geçeni okumak, tayy-i mekân vs….
Bunlar; hissî riyazetle (yemeyi, içmeyi, uykuyu ve konuşmayı terkederek, nefse eziyet ederek) elde edilir ve şadece evliyaya mahsus değildir. Hissî riyazet yapan herkes (hatta kâfir bile) buna sahip olabilir. Sihirbazlar, rahipler, hint fakirleri vs. gibi…

Manevî hark; gaflet ve hicabın kalkması, manevî kapıların açılması, irfan ve şühûda ulaşılmasıdır. Bu ise, ucub, kibir, riya, haset, tamah vs. nefsin hoşuna giden manevî hazları terk etmekle gerçekleşir. Asıl matlup olan bu kısımdır ve sadece velilere mahsustur.
‎120. Dilekte bulunmak şan değildir. Şan, güzel edeple rızıklanmaktır.
Açıklama:... Kitabın evvelinde de geçti ki; muhakkik arifler indinde talep (dua) bazı yönlerden sakıncalıdır. Arifin bir yerden sonra artık hiçbir isteği kalmaz. Çünkü o asıl maksuduna ulaşmıştır.
Şan, sûreten talebin bulunması değil, o talepte edebi terketmemektir.
‎122. Eğer O’na ulaşmak için kötülüklerinin sona erip, İddialarının yok olmasını... bekliyorsan ebediyen O’na ulaşamazsın. Fakat O seni kendine ulaştırmak istediğinde senin vasfını ve hususiyetini kendi vasfı ve hususiyetiyle örter. Dolayısıyla O’na ulaşman senden O’na gidenle değil, O’ndan sana gelenledir.
Açıklama: Kötü vasıflardan murat, mezmum olan beşerî sıfatlardır. İddialardan kurtulmak ise; kendi havi ve Kuvvetinden berî olmak ve kemalât veya noksanlıkta hiç nefsini görmemektir.
Nefis varken, bu kötü vasıf ve iddialardan tamamen kurtulmak neredeyse imkânsızdır. Fakat HakTeâlâ yüce kerem sahibidir. Sende ihlâs ve sıdk gördüğünde sana kendi üce vasıflarını göstererek senin beşerî vasıflarını gizler. Artık kendini değil, Mevlâ’nın izzet ve kudretini görürsün, O’nun izzetiyle izzetlenir, O’nun kuvvetiyle kuvvetlenirsin.
Kendi yaptığın ibadet ve riyazetle değil, O’nun sana ııhşettiği lütuflar ile ancak O’na ulaşırsın.
 
‎123-124. O’nun güzelce örtmesi olmasaydı, hiçbir amel kabule şayan değildi. İsy...an ettiğinden ziyade, itaat ettiğinde O’nun hilmine muhtaçsın.
Açıklama: Allah (c.c) kalbi kırıklarla beraberdir.
Günah işleyen kul genelde hüzünlü ve kırık olur. Allah’ın (c.c) af ve hilmini talep eder. Ama itaat eden çoğu kere bundan gafil olur ve ameline güvenir. Oysa ibadetlerde de O’nun af ve hilmini gözetmek gerekir. Çünkü tartıya vurulduğunda hiçbir amel O’na layık değildir. O amellerde ki kusurları affediyor da ameller kabul oluyor. Kul itaat ettiğinde de Mevlâ’nın lütuf ve hilmine muhtaç olduğunu hatırlamalıdır.

Resûlullah (s.a.v) namaz kıldıktan sonra üç defa istiğfar çekerdi.51
Şeyh Ebû Yezid (k.s),
“Günahın tövbesi bir tane, taatin tövbesi bin tanedir” demiştir.

51 Müslim, Mesâcid, 135.
‎125. Örtünmek (setr) iki kısımdır: Günahta örtünme ve günahtan örtünme…
Avam, h...alkın gözünde mertebelerinin düşmesinden korkarak Allah’tan “günahta örtünmeyi” isterler.
Havas ise, Hakk’ın nazarından düşmekten korkarak, O’ndan, “günahtan örtünmeyi” talep ederler.
Açıklama: Allah’ın günahları örtmesi iki kısımdır.
Günahta örtünmek, işlemiş olduğu günahı gizlemek; günahtan örtünmek ise, günaha düşmemektir.
Avam tabakası, mahlûkatın gözünden düşmemek için Allah’tan günahlarını örtmesini talep ederler. Seçkinler ise, hiç günaha düşmemeleri için dua ederler.
Avam halkın nazarına bakar, havas ise Hakk’ın…
 
‎126. Sana ikram eden (kişi), hakikatte senin şahsında (görülen) O’nun güzelce ö...rtmesine ikram etmiştir. O halde hamd, sana iyilik ve ikram edene değil, seni örtenedir.
Açıklama: Allah (c.c) inayet ve hıfzıyla senin kötü vasıflarını örtmeseydi, kimse sana tazim ve hürmet etmezdi. Sana biri saygı duyup, ikramda bulunuyorsa o kişiye teşekkür et, ama Mevlâ’yı unutma. Çünkü O sana asıl iyiliği yapıp, kötü vasfını gizlemiştir. Öyleyse hakiki hamd ve şükür O’na yapılmalıdır.
Mevlâ (c.c) Kur’ân-ı Kerîm’de buyurur ki:
“Allah’ın size fazlı ve rahmeti olmasaydı asla sizden hiç biriniz temize çıkamazdı” (Nûr 24/21).
‎127. Asıl arkadaşın, senin ayıbını bildiği halde sana arkadaşlık edendir ki, o ...da kerem sahibi Mevlâ’ndan başkası değildir.
Açıklama: Senin kötü vasıflarını bildiği halde sana arkadaşlık eden, ayıbını gizleyen, seni koruyan, suç işlediğinde seni affeden ve özür dilediğinde kabul eden senin asıl arkadaşındır. Allah Teâlâ’dan başkası ise böyle olamaz.

• Arkadaşın hayırlısı, senden ona dönecek bir şey beklemeden seni isteyendir.
Açıklama: O da yine Hak Teâlâ’dır. Çünkü dünyada her veren mutlaka bir menfaat için vermektedir. Bu menfaat dünyevî veya uhrevîdir. Fakat Allah (c.c) nimetleri kullanıla karşılıksız vermektedir. Mümine de kâfire de vermektedir.
O halde mümin, Allah’ı (c.c) ve O’nun ahlakıyla ahlâklanmış olan evliyaları dost edinmeli, onları arkadaş bilmelidir
‎128. Eğer yakîn nuru sana bir parlasa göreceksin ki, âhiret sana, oraya göçmekt...en daha yakındır ve dünya güzelliklerini fena (son) karanlığı kaplamıştır.
Açıklama: Yakîn (gerçek ve kesin bilgi) ışığının kalbe allamasının alâmeti, sonra olacak şeyleri o anda hazır gibi görmektir. Bu nurun parladığı kalbin sahibi, dünya ve güzelliklerinin geçici olduğunu, âhiretin ise kendisine göz kırpmaktan daha yakın olduğunu görür. Sahabe-i kirâm dan Haris b. Mâlik’in (r.a) gördüğü gibi.
Enes’in (r.a) rivayet ettiğine göre Resûlullah (s.a.v) yürürken karşısına ensardan bir genç çıktı. Resûlullah (s.a.v) ona,
“Nasıl sabahladın yâ Haris” dedi. “Hakiki mü’min olarak sabahladım”, dedi.

Resûlullah (s.a.v), “Her sözün bir delili vardır. Senin bu sözünün delili nedir?” diye sordu.
“Yâ Resûlallah, nefsimi dünyadan uzaklaştırdım. Geceleri uykusuz, gündüzleri susuzum (oruçluyum). Rabbimin arşını, cennet ehlinin keyfini ve cehennem ehlinin çığlıklarını görüyor gibiyim.” Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
“O halde devam et. Bu, Allah’ın, kalbini iman ile nurlandırdığı bir kuldur.”
Haris, Resûlullah’tan (s.a.v) şehid olmak için dua istedi. Efendimiz de ona dua etti. Bedir günü ilk şehid olan Haris idi.
Annesi Resûlullah’a (s.a.v) gelerek,
“Yâ Resûlallah! Haris’i ne kadar sevdiğimi bilirsin. Eğer cennetteyse üzülmem ve ağlamam. Şayet cehennemdeyse yaşadıkça ağlayacağım”, dedi. Resûlullah (s.a.v):
“Cennet bir tane değil, birçok… Haris de, firdevs-i a’lâda” deyince annesi güldü ve:
“Bu sana yeter ey Haris” diyerek geri döndü.52


52 bk. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 36991.
‎129. Seni O’ndan, O’nunla birlikte bir varlığın oluşu perdelememiştir. Çünkü (h...akikatte) O’ndan başka bir şey yoktur. Seni asıl perdeleyen O’ndan başka bir varlığın olduğunu zannetmendir.
Muhtasar olarak tercüme edilmiştir:

Açıklama: Kitabın evvelinde de zikredildiği gibi Allah (c.c) vâcib’ül-vücuddur. Varlığı zatidir. Hakikatta O’ndan başkası yoktur. Hiçbir mahlûk yok iken nasıl ki tek O vardıysa, bizatihi baki de O’dur. Her şey yok olmaya mahkûmdur, ancak O’nun vechi (zatı) müstesna…
Mahlûkatın varlığı ise O’nun kudretiyle ve yaratmasıyladır. İnsanların cennette ebedi kalmaları ise yine O’nun izniyledir. Yani bizatihi değil bigayrihidir.
Hakikatte zatıyla kaim olan bir tek O’dur. Başkaları yok hükmündedir. Hayal ve gölge gibidir.
O halde Hakk’ı perdeleyen şeyler gerçekte var oldukları için değil, var zannedildikleri için perdelemektedir
‎130. Varlıklarda zuhur etmeseydi, gözler onları göremezdi. Şayet sıfatları (doğ...rudan) görülseydi varlıklar silinirdi. (hiç görünmezdi).
Açıklama: Mevcudat, bizatihi kaim olmayıp hakikatte yok hükmünde olduğu için Hakk’ın tecelliyatı onlarda zâhiri olmasaydı onları görmek mümkün olmaz, hiçbir mahlukun gözü varlıkları görmezdi. O’nun sıfatları varlıklar üzerinde göründü ve varlıklar görünür oldu.
Şayet Hakk’ın sıfatları varlıklar üzerinde tecelli etmeyip vasıtasız olarak, ezelî haliyle, doğrudan görünseydi bu nurların şiddeti sebebiyle yine hiçbir varlığı görmek mümkün olmazdı.

Varlıklar zahirde somut/madde fakat aslında soyut/latif şeylerdir.
Kar tanesinin zahiri katı gibi görünse de ufalandığında aslının su olduğu ortaya çıkar ve katı halinden eser kalmaz. Karın zahirine takılıp kalan bâtınındaki su hakikatini inkar eder.
Varlıklar da böyledir. Dış görünüşleri aldatma, hakikatleri ise ibrettir.
Sahabeden Dıhye el-Kelbî (r.a) suretinde görünen Cebrail de (a.s) buna bir misaldir. Cebrail’in zahirine takılan onun melekliğini inkâr eder. Aslında Cebrail (a.s) olduğunu bilen ise hakikatte latif bir varlık olduğunu bilir.
İşte kâinat ve içindekiler de aslında bir hayalden ibarettir. His âleminde olduğu müddetçe görülür, somuttur. Ama aslına bir dönecek olsa silinip yok olur ve hiç eseri kalmaz.
‎131. (Mahluk Hâlık’a muhalif olsun diye) “Bâtın” olduğu için her şeyi ortaya çı...kardı (yarattı). “Zahir” olduğu için her şeyi ölümlü kıldı.
Açıklama: Mevlâ’nın bâtın (görünmez) oluşu zat ve keyfiyet itibariyledir. Zahir (görünür) oluşu ise eser ve sıfatları itibariyledir.
‎132. Varlıklarda olana bakmana izin verdi ama varlıkların zatına takılmana izin... vermedi. “Göklerde ve yerde olanlara bakınız” (Yunus 10/101) buyruğuyla sana anlayış kapılarını açtı. Cisimlerin varlığını görmeyesin diye “göklere bakın” demedi.
Açıklama: Yûnus sûresi 101. âyet-i kerîmede Mevlâ (c.c), göklerin ve yerin bizzat kendisine değil de içinde olanlara bakılmasını emretmekle, varlıkların fena ve yokluğa mahkûm olduğunu ve kendiliğinden var olduğunun zannedilmemesi gerektiğine işaret etmiş, varlıkların zatına lakılmamamız ve varlıklar üzerinde O’nun kudret ve kemalini görmemiz için bize bir anlayış kapısı açmıştır.
‎133. Varlıklar O’nun sabit kılmasıyla “var”, fakat O’nun zatının “birliği karşı...sında “yok”tur.
Açıklama: Evren ve içindekiler mevcuttur, fakat var oluşları O’nun ispatı (var kılması) iledir. Kâinatı bizatihi var zanneden cahildir.
Ahadiyyet (hakiki bir oluş); birliğin son haddidir ki mahlukatın butlan ve mahvını (mevcut olmamasını) gerektirir.
O’nun ahadiyyet’i karşısında kâinat hakikatte yoktur “Bir”lik bunu gerektirir.

 
‎134. İnsanlar, sende olduğunu zannettikleri bir şeyle seni övdüklerinde, sende ...olduğunu kesin bildiğin şeylerle nefsini kına.
Açıklama: İnsanlar seni, sende olmayan vasıflarla övdüklerinde buna kanma. Nefsini kına ve insanların övgüsüne aldanma. Çünkü onlar sadece zahirî görüp, hüsnü niyet ile senin iyi olduğunu zannediyorlar. Sen ise nefsinin kötülüklerini yakînen biliyorsun.
‎135. Mümin nefsinde şahid olmadığı bir vasıfla methedildiğinde Allah Teâlâ’dan ...haya eder.
Açıklama: Bir mümine güzel bir fiil nisbet edilmişse o fiili işlemeye kabil ve layık demektir. O halde Mevlâ’dan yardım isteyip, o medhe lâyık olmaya ve o fiili işlemeye çalışmalıdır.
İmam-ı Âzam (r.a) geceleri uyumadığı söylentilerini işitince artık gece uykusunu terketmiş, rivayete göre kırk sene geceleri ilim ve ibadetle meşgul olmuştur.
‎136. İnsanların en cahili, insanlardaki bir zan sebebiyle kendindeki gerçeği te...rk edendir.
Açıklama: İnsanın kendindeki yakîn (kesin bilgi), kötü ve noksan vasıflarını ve gizli ayıplarını bilmektir.
İnsanlardaki sanı ise; bir başkasında görülen kemalât ve o kişiye yapılan övgülerdir.
Başkalarından beklediği bir hayır veya övgü sebebiyle kendi ayıplarını unutan, kusurlarını bildiği halde insanların methine ve zannına kapılan kişi insanların en bilgisizidir.
‎137. Layık olmadığın halde sana övgüler gönderiyorsa, layık olduğu şekilde sen ...O’nu öv.
Açıklama: İnsanlar senin nefsinde gizlenmiş olan kötülükleri bilseler seni methetmez, bilakis sana kızarlardı. Allah (c.c) senin bu kusurlarını gizledi de layık olmadığın halde insanlara seni methettirdi.

Ehil olmadığın halde seni methettiren Allah’a (c.c) yıkıyla hamdet. Çünkü asıl övgüye layık olan O’dur.
‎138. Zâhidler methedildiklerinde o methi halktan gördükleri için kabz hali yaşa...rlar.
Arifler ise övüldüklerinde bunu Hak’tan gördükleri için bast hali yaşarlar.
İnsanlar üç kısımdır:
Avam, methedildiklerinde sevinip, kınandıklarında sıkılırlar. Çünkü nefisleri onlara galiptir.
Âbidler ve zâhidler; methedildiklerinde üzülürler, sıkılırlar ve nefislerine aldanmaktan korkarlar. Çünkü bu methi insanlardan bilirler.
Arifler ise her şeyi Allah’tan bildikleri, O’nun şuhûdunda kaybolup, mahlûkattan gafil oldukları için medhedildiklerini gördüklerinde halkın dilini Hakk’ın kalemi gibi görür ve ferahlanırlar. Şevk ve muhabbetleri daha da artar.
‎139. Sana bir ihsanda bulunduğunda bu ihsan seni bast ediyor (ferahlatıyor) ve ...bir şeyden men ettiğinde bu seni kabz ediyorsa (sıkıyorsa) bil ki; çocukluğun devam ediyor ve hâlâ kulluğunda sadık değilsin.
Açıklama: Mevlâ (c.c) kula zenginlik, izzet, şeref ve efsinin isteklerini verdiğinde kul sevinip, fakirlik, zillet ve astalık verdiğinde üzülüyorsa bu o kulun hâlâ ham olduğunun, hâlâ gaflette olduğunun ve hâlâ kulluğunda sadık Imadığının alâmetidir. Çünkü sadakat, nimet ve bela nında eşitliği gerektirir.
 
‎140. Senden bir günah vâki olduğunda bu, senin Rabbine olan istikametinin husul...ünden ümidinin kesilmesine sebep olmasın. Olabilir ki bu, sana takdir edilmiş olan son günahtır.
Hakiki mürid, atını hızla hedefe süren, düştüğü an hemen atına binip süratle yoluna devam eden yolcu gibidir.
Ey mürid! Bir günah işlediğinde hemen ümidini yitirip yoldan vazgeçme. İstikamete ulaşmaktan ümidini kesme. Belki bu günah senin nefsini kırmak için sana takdir edilmiş olup menfaatine olabilir. Allah’ın (c.c) sana bir rahmeti, bir usanma, günahtan tiksinme vesilesi olabilir. Belki de sana takdir edilmiş son günah olabilir. Düştüğün yerde kalk ve hızla ve aynı azimle yoluna devam et.
Mevlâ (c.c),
“Deki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” (Zümer 39/53).
“Rabbinin rahmetinden ancak sapıtanlar ümidini keser” (Hicr 15/56).
“Allah’ın rahmetinden ancak kâfir topluluklar ümidini keser” (Yûsuf 12/87) buyurmuştur.
Resûlullah (s.a.v),
“Her âdemoğlu hata edicidir. Hata edenlerin hayırlısı tövbe edenlerdir” buyurmuştur.53
Birçok zat eskiden hırsız, içkici, eşkıya vs. iken tövbe ettikten sonra büyük evliya olmuştur. Fudayl b. İyâz, Bişr-i Hâfî vs. gibi.54
‎141. Sana recâ (ümit) kapısının açılmasını istiyorsan O’ndan sana gelene bak.
H...avf (korku) kapısının açılmasını istiyorsan senden O’na gidene bak.
Açıklama: Ümitlenmek istediğinde Mevlâ’nın sana olan ihsan ve nimetlerini düşün. Şimdiye kadar seni nasıl ki nimetlere boğmuş ise yine sana iyilik edecek ve acıyacaktır.
Korkmak istediğinde ise günahlarına, ibadetindeki gaflet ve kusurlarına bak. Bu, korkunun artmasına kâfidir.
‎142. Çoğu kere, bast aydınlığında elde edemediğin faydayı sana kabz karanlığınd...a verir. “Fayda açısından hangisinin size daha yakın olduğunu bilemezsiniz” (Nisa 4/11).
Açıklama: Recânın çokluğu ferahlığı, korkunun çokluğu ise sıkıntı ve hüznü doğurur. Bu iki hal gece ve gündüz misali birbirini takip ederler. Hangisinin daha faydalı olduğu bilinmez.
Gündüz hoş, gece ise sıkıcı görünür ama bazen gece, gündüzden daha hayırlı olabilir (Çünkü geceleri ibadet, zikir, münâcât ve manevî hicabın kalkma zamandır).
Kabz hali belki bast haline göre daha sıkıntılıdır ama bast halinde kazanılamayan faydalar belki kabz halinde kazanılabilir. Nitekim demişler ki:

“Bazen bir saatlik hüzün ile -hüzünsüz olarak- senelerce alınamayacak yol kat edilebilir.”
‎143-144-145. Nurların doğuş yerleri kalpler ve sırlardır.
Açıklama: Nurlardan m...urat, ilâhî varidat ve mükâşefelerdir.
Allah’tan (c.c) gelen ilâhî lütufların parlama yeri kalp ve sırlardır.
• Kalplere bırakılan bir nur vardır ki, gayb hazinelerinden akıp gelir. Nur vardır ki, sayesinde Hakk’ın eserleri sana açılır. Yine nur vardır ki, sayesinde sana O’nun vasıflan açılır.
Açıklama: Kalplere gelen ilâhî nurlar derece derecedir.
Kalbe evvela yakîn nuru gelir. Bu İslâm nuru olup, yıldız ışığı misali zayıftır. Allah’ın gaybî hazinelerinden gelen yardımlarla kuvvetlenir ve ay ışığı gibi çoğalır. Bu ise iman nurudur. Kul bu nur ile her şeyde Hakk’ın eserlerini görür, ibadet, zikir ve sohbetle bu nur artmaya devam ederek güneş ışığı gibi çoğalır. Bu nur ise ihsan nuru olup kul bu nur ile her şeyde Hakk’ın sıfatlarını müşahede eder.
Bu sıralama (İslâm, iman, ihsan) sofilere göredir. Çünkü kul, zahirî ibadetlerle meşgul olduğu müddetçe İslâm makamındadır. Amel kalbe ulaşıp ihlâs, tezkiye ve tasfiye ile meşgul oldukça buna iman makamı denilir. Amel ruh ve sırra ulaştığında ise ihsan makamı denilir.
Fakihlere göre ise iman, İslam’dan evveldir. Her sınıfın meşrebi farklıdır. Istılahtaki intilafın zararı yoktur.
‎146. Nefisler ağyarın yoğunluğuyla perdelendiği gibi bazen kalpler de nurlara t...akılır.
Açıklama: Nefisler Hak’tan başka şeylerle, zahirî maddelerle ilgilenir, onlara âşık olur ve böylece mahcup olur, hakikatten perdelenir.
Kalpler ise bazen manevî makamlara takılıp, asıl maksuttan mahrum kalabilir
‎147. Sırların nurlarını zahirî örtülerle gizledi. Ta ki ortada olup, şöhret lis...anıyla seslenilme değersizliğinden onları yüceltsin…
Açıklama: Kalplere gelen nurlar görülseydi, meydanda olup değeri kalmayacaktı. Zira meydanda olan şeyin değeri düşüktür. Allah (c.c) onların değerini korumak için zahirî örtülerle gizledi.