108-109. Bu dünyada işin, O’nun mahlûkatına bakmaktır. Zatının kemalini ise san...a öbür dünyada açacak. Senin (O’nu görmeden) sabredemeyeceğini bildiği için sana kendisinden zuhur eden şeyleri gösterdi.
Açıklama: Âşık, devamlı maşukunu görmek ister. Göremezse sabredemez. Cenâb-ı Mevlâ (c.c) kullarının kendisini görememeye sabredemeyeceğini bildiği için onlara eserlerine bakmayı emretti. O (c.c) kullarına, zatının şühûdunu âhirette lütfedecek. Bu dünyada O’nun tecelliyatını görmek isteyen ise dağlara, ırmaklara, bitkilere, denizlere vs. mahlûkata baksın. Kâinat Mevlâ’nın kudretinin eseridir ve O’nun kemal ve kudretinin alâmetleriyle müzeyyendir.
110. Hak (c.c) sende usanç olduğunu bildi ve ibadetleri çeşit çeşit kıldı. Send...e heves olduğunu gördü de bazı vakitlerde ibadet etmeni yasakladı. Ta ki kastın sırf namaz değil, namazı ikame etmek olsun. Zira her namaz kılan, namazı ikame etmiş değildir.
Açıklama: İnsanın fıtratı, aynı şeyi tekrar etmekten usanıcı olarak yaratılmıştır. Bu sebeple Mevlâ (c.c) kullarına acıyarak onlara ibadetleri çeşitlendirmiştir. Namazdan usanan Kur’an okusun, Kur’an’ı okumaktan usanan zikir çeksin vs….
Yine insanın cibilliyetinde şereh (iştah, dünya işlerine düşkünlük, heves) vardır. Bu sebeple Allah (c.c) kullarına bazı vakitlerde namaz kılmayı yasaklamıştır. Yoksa kul namazda o işi düşünür ve huşûyu kaçırırdı. Oysa huşu, ibadette çok önemlidir.
Hadis-i şerifte,
“Nice gece kalkıp da ibadet edenler vardır ki, onların bundan nasipleri sadece uykusuzluk ve zahmettir. “42
“Her kimin namazı onu fuhuş ve kötülüklerden alıkoymuyorsa o namaz kişiyi Allah’tan uzaklaştırır” buyrulmuştur.43
Allah (c.c) namazı, kılmaktan ziyade ikâme etmeyi yani dosdoğru kılmayı emretmişti Resûlullah (s.a.v),
“Kim ki abdestini güzel alır, namazlarını vaktinde kılar, kıyam, rükû ve secdelerini tastamam yapar, hususuna riayet ederse, namaz, beyaz ve parlak olduğu halde yükselir ve (lisan-ı haliyle), “Benim hakkıma riayet ettiğin gibi Allah da seni korusun” der. Kim ki abdestini güzel almaz, namazlarını vaktinde kılmaz, rükû, secde ve huşuuna riayet etmezse, siyah ve karanlık olduğu halde yükselir ve (lisan-ı haliyle), “Beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin ” der. Ta ki Allah Teâlâ’nın dilediği yere gittikten sonra bir paçavra gibi dürülür ve adamın suratına çapılır.” 44
Diğer bir hadis-i şeriflerinde,
“Hırsızlık cihetinden insanların en kötüsü, namazından çalandır” buyurmuştur. Ashab-ı kiram,
“Kişi namazından nasıl çalar yâ Resûlallah?” diye sorunca,
“Rükû, sücûd ve huşuunu tamamlamaz” buyurmuştur.45
Huşu bu derece önemli olduğu için, kullar dünyevî ihtiyaçlarını gidersin, ta ki namaza kendini verebilsin diye Mevlâ (c.c) bazı vakitleri kullarına hediye etmiştir.
42 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/373.
43 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 2/531.
44 Münziri, et-Terglb ve’t-Terhîb, nr. 578.
45 Dârimî, Salât, 78.
111-112. Namaz, kalpleri günah kirlerinden arındırıp, gayb kapılarının açılması...nı sağlar. Namaz, münâcât mahalli ve musafat (safileşme) madenidir. Sırların alanları onda genişler ve nur ışıklan onda parıldar.
Açıklama: Bu hikmette namazın bazı semere ve neticeleri beyan edilmiştir.
Namaz kulun, Rabbi huzurunda boyun büktüğü, zül ve iftikarını izhar ettiği bir ibadettir. Nefis ise kibir, izzet ve iftihara meyyaldir. Kul, namaz sayesinde acziyetini ve kulluğunu hatırlamakta, böylece kalpteki kötü vasıflardan kurtulmaktadır.
Namazın bir neticesi de gayb kapılarının açılmasıdır. Gayb’dan maksat; melekût (mana) âleminin sırlarıdır. Namazda gayb kapılarının açılması, zahirî ve bâtınî temizliğin husulünden dolayıdır.
Üçüncü netice; kulun namazda Rabbiyle muhatabe etmesi, O’nu övmesi ve O’ndan istemesidir. Kul tilavetiyle rabbine münâcâtta bulunur, Rab (c.c) ise feth ve hicabı kaldırmak ile ona ikram eder.
Musafat, münacattan daha incedir. Musafat, hissiyat bulanıklığından arınmış olan münâcâttır.
Namaz sır meydanlarının genişlediği ve nurların parladığı bir ibadettir. Buradaki sırdan murat, zat sırrı, nurlardan murat ise, sıfat nurlarıdır. Bu namaz fena ve bekâ ehlinin namazıdır. İlk dört netice, hallerine göre sülük ehlinin namazlarının neticesidir. Gaflet ehlinin kıldığı namaz ise bu neticeleri vermez.
• Allah (c.c) sendeki zayıflığı bildi de namazın sayılarını az kıldı. O’nun fazlına olan ihtiyacını bildi de yardımlarını çoğalttı.
Allah (c.c) bizdeki tembellik gibi zayıf vasıfları bildiği için bizlere merhamet etmiş, evvela elli vakit olan namazı beş vakte indirmiştir. Fakat amelimiz çok zayıf ve kusurlu olduğu ve kurtuluş amelle değil, ancak O’nun fazlı ve lütfuyla olduğu için bize ihsan etmiş, beş vaktin karşılığı olarak elli vakit sevabı ile mükâfatlandırmış, aynı zamanda her haseneye en az on sevap vaad etmiştir.
Bunlar Mevlâ’nın bizlere merhamet ve ihsanının göstergesidir. O’na layık amel işlemek mümkün değildir. Amelle kurtuluş yoktur. Felah yine O’nun lütfü, ihsanı ve rahmetiyledir.
113. Bir amele ivaz beklersen, o amelde ihlâstan sorgulanırsın. Şüphe edene sel...âmet kâfidir.
Açıklama: Ameline karşılık, mükâfat talep edersen, o amelde ihlâstan hesaba çekilirsin. Oysa ameline sevap olarak O’nun gazap ve helakinden salim kalman yeterlidir. Sana azap etmezse sen ona şükret. Çünkü sorguya çekilen amel iflah olmaz. Allah’tan haya et de noksan yapılmış hır amele karşılık bekleme.
114-115. Yapmadığın amele ivaz bekleme. Senden onu kabul etmesi mükâfat olarak ...yeter. Sana fazlını göstermek istediğinde (bir şeyi) sende yaratır ve sana nisbet eder.
Açıklama: Amelleri zahirde kul yapıyor gibi görünse de hakikatte onu yaptıran Allah’tır (c.c).
“Sizi de, amellerinizi de yaratan Allah’tır” (Saffât 37/96). “Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Tekvîr 81/29).
Amelleri zahirde biz bile yapsak hidayet ve tevfiki bile ihsan eden yine O’dur. Nice insanlar vardır ki ibadeti arzuladıkları halde yapmaya muvaffak olamamakta, güç bulmamamaktadır. Hidayet veren Allah olduğu gibi güç veren de O’dur.
O halde kişi, hakikatte Allah’ın yaptırdığı bir amele ivaz beklememelidir. En büyük mükâfat O’nun âciz amelimizi kabul etmesidir. Mevlâ (c.c) bir ameli bizde yaratır ve bize nisbet ederse bu yine O’nun fazlıdır. Fazilet bize değil, yine Mevlâ’ya aittir.46
Ey kardeşim! Kendinde veya amelinde bir kemalât gördüğünde onu Allah’a (c.c) nisbet et. Bir eksiklik gördüğünde ise nefse ve melun şeytana kabahat bul.
Sehl b. Abdullah (k.s) der ki:
“Kul bir sevap işlediğinde derse ki:
“Yâ Rabbi! Senin fazlın ve rahmetinle yaptım, sana şükürler olsun.” Allah (c.c) der ki:
“Ama sen bana itaat ettin, gayret ettin.”
Şayet kul nefsini görür de,
“Ben yaptım, ben itaat ettim” derse, Allah (c.c) ondan yüz çevirir ve,
“Seni ben muvaffak eyledim, ben yardım ettim ve sana kolaylaştırdım,” der.
Kul bir günah işlediğinde,
“Ya Rabbi! Sen hükmettin, sen takdir ettin, senin kazandır” derse Allah Teâlâ ona kızar ve,
“Sen günahı tercih ettin, cahillik ettin, sen işledin” der.
Kul, “Yâ Rabbi! Ben günah işledim, cahillik ettim, nefsime zulmettim” derse Mevlâ (c.c) ona rahmetiyle yönelir ve,
“Ben böyle takdir ettim, ben hükmettim. Seni de bağışlıyorum ve günahını örtüyorum” der.
116. Seni nefsine döndürürse kötülüğünün sonu gelmez. Eğer cömertliğini sende g...österirse övgünlüğün bitmez.
Açıklama: Cenâb-ı Allah bir kulu küçültmek istediğinde onu nefsiyle baş başa bırakır. Kul hep nefsini görür.
Bir kulu yüceltmek istediğinde ise onda cömertliğini ve keremini izhar eder. Onu nefsine bırakmaz ve nefsini görmekten korur.
Resûlullah’ın (s.a.v) bir duası da şöyleydi:
“Yâ Rabbi! Göz açıp kapayıncaya kadar bile beni kendi nefsime bırakma.”47
47 Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 5075; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/181
117-118 O’nun rubûbiyyet sıfatlarına yapış ve kendinin ubûdiyyet vasıflarını iy...i bil. Başka bir mahlûka ait bir şeyi iddia etmeni bile sana yasaklamışken -Rabbü’l-âle-min olduğu halde- O’nun bir vasfını iddia etmeni sana mubah kılar mı?
Açıklama: Allah’ın (c.c) rubûbiyyet vasıfları; izzet, azamet, kibriya, gına, kudret, ilim, celâl, cemâl vs. kemalât sıfatlarıdır.
İnsanın kulluk vasıfları ise, züll, acz, fakr, zaaf, cehl gibi nakıs sıfatlardır.
Kul nefsinde acziyetini bilmeli ve gönlünü kemal sahibi olan yüce Allah’a bağlamalıdır. Mevlâ’nın gani olduğunu bilip, O’nun dışındakilerden müstağni olmalı, O’nun kudret ve kuvvetine güvenip başkasına sığınmamalıdır.
Cenâb-ı Mevlâ (c.c) gayurdur (yani gayret/kıskançlık sahibi). Zatında olduğu gibi hiçbir vasfında da kendisine ortak kabul etmez. Kibriya O’nun hakkıdır. Kimsenin kibirlenmesine, kendini bilgin görmesine, böbürlenmesine razı olmaz.
Kullara başkasının malını sahiplenmeyi bile haram kılmışken, kendi yüce vasıflarını birinin sahiplenmesine nasıl izin verir?
O halde kul, Allah’ı tüm kâmil sıfatlarıyla tanımalı, kendi acizliğini bilmeli ve haddini aşmamalıdır.
Buhârî’de mezkûrdur ki, bir gün Musa (a.s) çok beliğ bir hutbe okudu. İnsanlar çok etkilenip ağlaştılar. Biri Musa’ya (a.s) sordu:
“Senden daha âlim birini tanıyor musun?” Musa (a.s), “Hayır” dedi.
Oysa “Allah var” diyebilirdi. Bunun üzerine Allah (c.c), “Hayır. Kulum Hızır senden daha âlimdir” buyurdu ve Kehf sûresinde anlatılan kıssa cereyan etti.48
48 Buhârî, ilim, 44.
119. Sen nefsinin alışkanlıklarını yarmadıkça âdetler lana nasıl yarılacak?
Açı...klama: Mucize, keramet gibi âdete muhalif olaylara harikulade (adeti yaran) tabir olunur. Harikulade olaylar iki isimdir:
Hissî hark: Havada uçmak, suda yürümek, kalpten geçeni okumak, tayy-i mekân vs….
Bunlar; hissî riyazetle (yemeyi, içmeyi, uykuyu ve konuşmayı terkederek, nefse eziyet ederek) elde edilir ve şadece evliyaya mahsus değildir. Hissî riyazet yapan herkes (hatta kâfir bile) buna sahip olabilir. Sihirbazlar, rahipler, hint fakirleri vs. gibi…
Manevî hark; gaflet ve hicabın kalkması, manevî kapıların açılması, irfan ve şühûda ulaşılmasıdır. Bu ise, ucub, kibir, riya, haset, tamah vs. nefsin hoşuna giden manevî hazları terk etmekle gerçekleşir. Asıl matlup olan bu kısımdır ve sadece velilere mahsustur.
120. Dilekte bulunmak şan değildir. Şan, güzel edeple rızıklanmaktır.
Açıklama:... Kitabın evvelinde de geçti ki; muhakkik arifler indinde talep (dua) bazı yönlerden sakıncalıdır. Arifin bir yerden sonra artık hiçbir isteği kalmaz. Çünkü o asıl maksuduna ulaşmıştır.
Şan, sûreten talebin bulunması değil, o talepte edebi terketmemektir.
122. Eğer O’na ulaşmak için kötülüklerinin sona erip, İddialarının yok olmasını... bekliyorsan ebediyen O’na ulaşamazsın. Fakat O seni kendine ulaştırmak istediğinde senin vasfını ve hususiyetini kendi vasfı ve hususiyetiyle örter. Dolayısıyla O’na ulaşman senden O’na gidenle değil, O’ndan sana gelenledir.
Açıklama: Kötü vasıflardan murat, mezmum olan beşerî sıfatlardır. İddialardan kurtulmak ise; kendi havi ve Kuvvetinden berî olmak ve kemalât veya noksanlıkta hiç nefsini görmemektir.
Nefis varken, bu kötü vasıf ve iddialardan tamamen kurtulmak neredeyse imkânsızdır. Fakat HakTeâlâ yüce kerem sahibidir. Sende ihlâs ve sıdk gördüğünde sana kendi üce vasıflarını göstererek senin beşerî vasıflarını gizler. Artık kendini değil, Mevlâ’nın izzet ve kudretini görürsün, O’nun izzetiyle izzetlenir, O’nun kuvvetiyle kuvvetlenirsin.
Kendi yaptığın ibadet ve riyazetle değil, O’nun sana ııhşettiği lütuflar ile ancak O’na ulaşırsın.
123-124. O’nun güzelce örtmesi olmasaydı, hiçbir amel kabule şayan değildi. İsy...an ettiğinden ziyade, itaat ettiğinde O’nun hilmine muhtaçsın.
Açıklama: Allah (c.c) kalbi kırıklarla beraberdir.
Günah işleyen kul genelde hüzünlü ve kırık olur. Allah’ın (c.c) af ve hilmini talep eder. Ama itaat eden çoğu kere bundan gafil olur ve ameline güvenir. Oysa ibadetlerde de O’nun af ve hilmini gözetmek gerekir. Çünkü tartıya vurulduğunda hiçbir amel O’na layık değildir. O amellerde ki kusurları affediyor da ameller kabul oluyor. Kul itaat ettiğinde de Mevlâ’nın lütuf ve hilmine muhtaç olduğunu hatırlamalıdır.
Resûlullah (s.a.v) namaz kıldıktan sonra üç defa istiğfar çekerdi.51
Şeyh Ebû Yezid (k.s),
“Günahın tövbesi bir tane, taatin tövbesi bin tanedir” demiştir.
51 Müslim, Mesâcid, 135.
125. Örtünmek (setr) iki kısımdır: Günahta örtünme ve günahtan örtünme…
Avam, h...alkın gözünde mertebelerinin düşmesinden korkarak Allah’tan “günahta örtünmeyi” isterler.
Havas ise, Hakk’ın nazarından düşmekten korkarak, O’ndan, “günahtan örtünmeyi” talep ederler.
Açıklama: Allah’ın günahları örtmesi iki kısımdır.
Günahta örtünmek, işlemiş olduğu günahı gizlemek; günahtan örtünmek ise, günaha düşmemektir.
Avam tabakası, mahlûkatın gözünden düşmemek için Allah’tan günahlarını örtmesini talep ederler. Seçkinler ise, hiç günaha düşmemeleri için dua ederler.
Avam halkın nazarına bakar, havas ise Hakk’ın…
126. Sana ikram eden (kişi), hakikatte senin şahsında (görülen) O’nun güzelce ö...rtmesine ikram etmiştir. O halde hamd, sana iyilik ve ikram edene değil, seni örtenedir.
Açıklama: Allah (c.c) inayet ve hıfzıyla senin kötü vasıflarını örtmeseydi, kimse sana tazim ve hürmet etmezdi. Sana biri saygı duyup, ikramda bulunuyorsa o kişiye teşekkür et, ama Mevlâ’yı unutma. Çünkü O sana asıl iyiliği yapıp, kötü vasfını gizlemiştir. Öyleyse hakiki hamd ve şükür O’na yapılmalıdır.
Mevlâ (c.c) Kur’ân-ı Kerîm’de buyurur ki:
“Allah’ın size fazlı ve rahmeti olmasaydı asla sizden hiç biriniz temize çıkamazdı” (Nûr 24/21).
127. Asıl arkadaşın, senin ayıbını bildiği halde sana arkadaşlık edendir ki, o ...da kerem sahibi Mevlâ’ndan başkası değildir.
Açıklama: Senin kötü vasıflarını bildiği halde sana arkadaşlık eden, ayıbını gizleyen, seni koruyan, suç işlediğinde seni affeden ve özür dilediğinde kabul eden senin asıl arkadaşındır. Allah Teâlâ’dan başkası ise böyle olamaz.
• Arkadaşın hayırlısı, senden ona dönecek bir şey beklemeden seni isteyendir.
Açıklama: O da yine Hak Teâlâ’dır. Çünkü dünyada her veren mutlaka bir menfaat için vermektedir. Bu menfaat dünyevî veya uhrevîdir. Fakat Allah (c.c) nimetleri kullanıla karşılıksız vermektedir. Mümine de kâfire de vermektedir.
O halde mümin, Allah’ı (c.c) ve O’nun ahlakıyla ahlâklanmış olan evliyaları dost edinmeli, onları arkadaş bilmelidir
128. Eğer yakîn nuru sana bir parlasa göreceksin ki, âhiret sana, oraya göçmekt...en daha yakındır ve dünya güzelliklerini fena (son) karanlığı kaplamıştır.
Açıklama: Yakîn (gerçek ve kesin bilgi) ışığının kalbe allamasının alâmeti, sonra olacak şeyleri o anda hazır gibi görmektir. Bu nurun parladığı kalbin sahibi, dünya ve güzelliklerinin geçici olduğunu, âhiretin ise kendisine göz kırpmaktan daha yakın olduğunu görür. Sahabe-i kirâm dan Haris b. Mâlik’in (r.a) gördüğü gibi.
Enes’in (r.a) rivayet ettiğine göre Resûlullah (s.a.v) yürürken karşısına ensardan bir genç çıktı. Resûlullah (s.a.v) ona,
“Nasıl sabahladın yâ Haris” dedi. “Hakiki mü’min olarak sabahladım”, dedi.
Resûlullah (s.a.v), “Her sözün bir delili vardır. Senin bu sözünün delili nedir?” diye sordu.
“Yâ Resûlallah, nefsimi dünyadan uzaklaştırdım. Geceleri uykusuz, gündüzleri susuzum (oruçluyum). Rabbimin arşını, cennet ehlinin keyfini ve cehennem ehlinin çığlıklarını görüyor gibiyim.” Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
“O halde devam et. Bu, Allah’ın, kalbini iman ile nurlandırdığı bir kuldur.”
Haris, Resûlullah’tan (s.a.v) şehid olmak için dua istedi. Efendimiz de ona dua etti. Bedir günü ilk şehid olan Haris idi.
Annesi Resûlullah’a (s.a.v) gelerek,
“Yâ Resûlallah! Haris’i ne kadar sevdiğimi bilirsin. Eğer cennetteyse üzülmem ve ağlamam. Şayet cehennemdeyse yaşadıkça ağlayacağım”, dedi. Resûlullah (s.a.v):
“Cennet bir tane değil, birçok… Haris de, firdevs-i a’lâda” deyince annesi güldü ve:
“Bu sana yeter ey Haris” diyerek geri döndü.52
52 bk. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 36991.
129. Seni O’ndan, O’nunla birlikte bir varlığın oluşu perdelememiştir. Çünkü (h...akikatte) O’ndan başka bir şey yoktur. Seni asıl perdeleyen O’ndan başka bir varlığın olduğunu zannetmendir.
Muhtasar olarak tercüme edilmiştir:
Açıklama: Kitabın evvelinde de zikredildiği gibi Allah (c.c) vâcib’ül-vücuddur. Varlığı zatidir. Hakikatta O’ndan başkası yoktur. Hiçbir mahlûk yok iken nasıl ki tek O vardıysa, bizatihi baki de O’dur. Her şey yok olmaya mahkûmdur, ancak O’nun vechi (zatı) müstesna…
Mahlûkatın varlığı ise O’nun kudretiyle ve yaratmasıyladır. İnsanların cennette ebedi kalmaları ise yine O’nun izniyledir. Yani bizatihi değil bigayrihidir.
Hakikatte zatıyla kaim olan bir tek O’dur. Başkaları yok hükmündedir. Hayal ve gölge gibidir.
O halde Hakk’ı perdeleyen şeyler gerçekte var oldukları için değil, var zannedildikleri için perdelemektedir
130. Varlıklarda zuhur etmeseydi, gözler onları göremezdi. Şayet sıfatları (doğ...rudan) görülseydi varlıklar silinirdi. (hiç görünmezdi).
Açıklama: Mevcudat, bizatihi kaim olmayıp hakikatte yok hükmünde olduğu için Hakk’ın tecelliyatı onlarda zâhiri olmasaydı onları görmek mümkün olmaz, hiçbir mahlukun gözü varlıkları görmezdi. O’nun sıfatları varlıklar üzerinde göründü ve varlıklar görünür oldu.
Şayet Hakk’ın sıfatları varlıklar üzerinde tecelli etmeyip vasıtasız olarak, ezelî haliyle, doğrudan görünseydi bu nurların şiddeti sebebiyle yine hiçbir varlığı görmek mümkün olmazdı.
Varlıklar zahirde somut/madde fakat aslında soyut/latif şeylerdir.
Kar tanesinin zahiri katı gibi görünse de ufalandığında aslının su olduğu ortaya çıkar ve katı halinden eser kalmaz. Karın zahirine takılıp kalan bâtınındaki su hakikatini inkar eder.
Varlıklar da böyledir. Dış görünüşleri aldatma, hakikatleri ise ibrettir.
Sahabeden Dıhye el-Kelbî (r.a) suretinde görünen Cebrail de (a.s) buna bir misaldir. Cebrail’in zahirine takılan onun melekliğini inkâr eder. Aslında Cebrail (a.s) olduğunu bilen ise hakikatte latif bir varlık olduğunu bilir.
İşte kâinat ve içindekiler de aslında bir hayalden ibarettir. His âleminde olduğu müddetçe görülür, somuttur. Ama aslına bir dönecek olsa silinip yok olur ve hiç eseri kalmaz.
131. (Mahluk Hâlık’a muhalif olsun diye) “Bâtın” olduğu için her şeyi ortaya çı...kardı (yarattı). “Zahir” olduğu için her şeyi ölümlü kıldı.
Açıklama: Mevlâ’nın bâtın (görünmez) oluşu zat ve keyfiyet itibariyledir. Zahir (görünür) oluşu ise eser ve sıfatları itibariyledir.
132. Varlıklarda olana bakmana izin verdi ama varlıkların zatına takılmana izin... vermedi. “Göklerde ve yerde olanlara bakınız” (Yunus 10/101) buyruğuyla sana anlayış kapılarını açtı. Cisimlerin varlığını görmeyesin diye “göklere bakın” demedi.
Açıklama: Yûnus sûresi 101. âyet-i kerîmede Mevlâ (c.c), göklerin ve yerin bizzat kendisine değil de içinde olanlara bakılmasını emretmekle, varlıkların fena ve yokluğa mahkûm olduğunu ve kendiliğinden var olduğunun zannedilmemesi gerektiğine işaret etmiş, varlıkların zatına lakılmamamız ve varlıklar üzerinde O’nun kudret ve kemalini görmemiz için bize bir anlayış kapısı açmıştır.
133. Varlıklar O’nun sabit kılmasıyla “var”, fakat O’nun zatının “birliği karşı
...sında “yok”tur.
Açıklama: Evren ve içindekiler mevcuttur, fakat var oluşları O’nun ispatı (var kılması) iledir. Kâinatı bizatihi var zanneden cahildir.
Ahadiyyet (hakiki bir oluş); birliğin son haddidir ki mahlukatın butlan ve mahvını (mevcut olmamasını) gerektirir.
O’nun ahadiyyet’i karşısında kâinat hakikatte yoktur “Bir”lik bunu gerektirir.
134. İnsanlar, sende olduğunu zannettikleri bir şeyle seni övdüklerinde, sende ...olduğunu kesin bildiğin şeylerle nefsini kına.
Açıklama: İnsanlar seni, sende olmayan vasıflarla övdüklerinde buna kanma. Nefsini kına ve insanların övgüsüne aldanma. Çünkü onlar sadece zahirî görüp, hüsnü niyet ile senin iyi olduğunu zannediyorlar. Sen ise nefsinin kötülüklerini yakînen biliyorsun.
135. Mümin nefsinde şahid olmadığı bir vasıfla methedildiğinde Allah Teâlâ’dan ...haya eder.
Açıklama: Bir mümine güzel bir fiil nisbet edilmişse o fiili işlemeye kabil ve layık demektir. O halde Mevlâ’dan yardım isteyip, o medhe lâyık olmaya ve o fiili işlemeye çalışmalıdır.
İmam-ı Âzam (r.a) geceleri uyumadığı söylentilerini işitince artık gece uykusunu terketmiş, rivayete göre kırk sene geceleri ilim ve ibadetle meşgul olmuştur.
136. İnsanların en cahili, insanlardaki bir zan sebebiyle kendindeki gerçeği te...rk edendir.
Açıklama: İnsanın kendindeki yakîn (kesin bilgi), kötü ve noksan vasıflarını ve gizli ayıplarını bilmektir.
İnsanlardaki sanı ise; bir başkasında görülen kemalât ve o kişiye yapılan övgülerdir.
Başkalarından beklediği bir hayır veya övgü sebebiyle kendi ayıplarını unutan, kusurlarını bildiği halde insanların methine ve zannına kapılan kişi insanların en bilgisizidir.
137. Layık olmadığın halde sana övgüler gönderiyorsa, layık olduğu şekilde sen ...O’nu öv.
Açıklama: İnsanlar senin nefsinde gizlenmiş olan kötülükleri bilseler seni methetmez, bilakis sana kızarlardı. Allah (c.c) senin bu kusurlarını gizledi de layık olmadığın halde insanlara seni methettirdi.
Ehil olmadığın halde seni methettiren Allah’a (c.c) yıkıyla hamdet. Çünkü asıl övgüye layık olan O’dur.
138. Zâhidler methedildiklerinde o methi halktan gördükleri için kabz hali yaşa...rlar.
Arifler ise övüldüklerinde bunu Hak’tan gördükleri için bast hali yaşarlar.
İnsanlar üç kısımdır:
Avam, methedildiklerinde sevinip, kınandıklarında sıkılırlar. Çünkü nefisleri onlara galiptir.
Âbidler ve zâhidler; methedildiklerinde üzülürler, sıkılırlar ve nefislerine aldanmaktan korkarlar. Çünkü bu methi insanlardan bilirler.
Arifler ise her şeyi Allah’tan bildikleri, O’nun şuhûdunda kaybolup, mahlûkattan gafil oldukları için medhedildiklerini gördüklerinde halkın dilini Hakk’ın kalemi gibi görür ve ferahlanırlar. Şevk ve muhabbetleri daha da artar.
139. Sana bir ihsanda bulunduğunda bu ihsan seni bast ediyor (ferahlatıyor) ve ...bir şeyden men ettiğinde bu seni kabz ediyorsa (sıkıyorsa) bil ki; çocukluğun devam ediyor ve hâlâ kulluğunda sadık değilsin.
Açıklama: Mevlâ (c.c) kula zenginlik, izzet, şeref ve efsinin isteklerini verdiğinde kul sevinip, fakirlik, zillet ve astalık verdiğinde üzülüyorsa bu o kulun hâlâ ham olduğunun, hâlâ gaflette olduğunun ve hâlâ kulluğunda sadık Imadığının alâmetidir. Çünkü sadakat, nimet ve bela nında eşitliği gerektirir.
140. Senden bir günah vâki olduğunda bu, senin Rabbine olan istikametinin husul...ünden ümidinin kesilmesine sebep olmasın. Olabilir ki bu, sana takdir edilmiş olan son günahtır.
Hakiki mürid, atını hızla hedefe süren, düştüğü an hemen atına binip süratle yoluna devam eden yolcu gibidir.
Ey mürid! Bir günah işlediğinde hemen ümidini yitirip yoldan vazgeçme. İstikamete ulaşmaktan ümidini kesme. Belki bu günah senin nefsini kırmak için sana takdir edilmiş olup menfaatine olabilir. Allah’ın (c.c) sana bir rahmeti, bir usanma, günahtan tiksinme vesilesi olabilir. Belki de sana takdir edilmiş son günah olabilir. Düştüğün yerde kalk ve hızla ve aynı azimle yoluna devam et.
Mevlâ (c.c),
“Deki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” (Zümer 39/53).
“Rabbinin rahmetinden ancak sapıtanlar ümidini keser” (Hicr 15/56).
“Allah’ın rahmetinden ancak kâfir topluluklar ümidini keser” (Yûsuf 12/87) buyurmuştur.
Resûlullah (s.a.v),
“Her âdemoğlu hata edicidir. Hata edenlerin hayırlısı tövbe edenlerdir” buyurmuştur.53
Birçok zat eskiden hırsız, içkici, eşkıya vs. iken tövbe ettikten sonra büyük evliya olmuştur. Fudayl b. İyâz, Bişr-i Hâfî vs. gibi.54
141. Sana recâ (ümit) kapısının açılmasını istiyorsan O’ndan sana gelene bak.
H...avf (korku) kapısının açılmasını istiyorsan senden O’na gidene bak.
Açıklama: Ümitlenmek istediğinde Mevlâ’nın sana olan ihsan ve nimetlerini düşün. Şimdiye kadar seni nasıl ki nimetlere boğmuş ise yine sana iyilik edecek ve acıyacaktır.
Korkmak istediğinde ise günahlarına, ibadetindeki gaflet ve kusurlarına bak. Bu, korkunun artmasına kâfidir.
142. Çoğu kere, bast aydınlığında elde edemediğin faydayı sana kabz karanlığınd...a verir. “Fayda açısından hangisinin size daha yakın olduğunu bilemezsiniz” (Nisa 4/11).
Açıklama: Recânın çokluğu ferahlığı, korkunun çokluğu ise sıkıntı ve hüznü doğurur. Bu iki hal gece ve gündüz misali birbirini takip ederler. Hangisinin daha faydalı olduğu bilinmez.
Gündüz hoş, gece ise sıkıcı görünür ama bazen gece, gündüzden daha hayırlı olabilir (Çünkü geceleri ibadet, zikir, münâcât ve manevî hicabın kalkma zamandır).
Kabz hali belki bast haline göre daha sıkıntılıdır ama bast halinde kazanılamayan faydalar belki kabz halinde kazanılabilir. Nitekim demişler ki:
“Bazen bir saatlik hüzün ile -hüzünsüz olarak- senelerce alınamayacak yol kat edilebilir.”
143-144-145. Nurların doğuş yerleri kalpler ve sırlardır.
Açıklama: Nurlardan m...urat, ilâhî varidat ve mükâşefelerdir.
Allah’tan (c.c) gelen ilâhî lütufların parlama yeri kalp ve sırlardır.
• Kalplere bırakılan bir nur vardır ki, gayb hazinelerinden akıp gelir. Nur vardır ki, sayesinde Hakk’ın eserleri sana açılır. Yine nur vardır ki, sayesinde sana O’nun vasıflan açılır.
Açıklama: Kalplere gelen ilâhî nurlar derece derecedir.
Kalbe evvela yakîn nuru gelir. Bu İslâm nuru olup, yıldız ışığı misali zayıftır. Allah’ın gaybî hazinelerinden gelen yardımlarla kuvvetlenir ve ay ışığı gibi çoğalır. Bu ise iman nurudur. Kul bu nur ile her şeyde Hakk’ın eserlerini görür, ibadet, zikir ve sohbetle bu nur artmaya devam ederek güneş ışığı gibi çoğalır. Bu nur ise ihsan nuru olup kul bu nur ile her şeyde Hakk’ın sıfatlarını müşahede eder.
Bu sıralama (İslâm, iman, ihsan) sofilere göredir. Çünkü kul, zahirî ibadetlerle meşgul olduğu müddetçe İslâm makamındadır. Amel kalbe ulaşıp ihlâs, tezkiye ve tasfiye ile meşgul oldukça buna iman makamı denilir. Amel ruh ve sırra ulaştığında ise ihsan makamı denilir.
Fakihlere göre ise iman, İslam’dan evveldir. Her sınıfın meşrebi farklıdır. Istılahtaki intilafın zararı yoktur.
146. Nefisler ağyarın yoğunluğuyla perdelendiği gibi bazen kalpler de nurlara t...akılır.
Açıklama: Nefisler Hak’tan başka şeylerle, zahirî maddelerle ilgilenir, onlara âşık olur ve böylece mahcup olur, hakikatten perdelenir.
Kalpler ise bazen manevî makamlara takılıp, asıl maksuttan mahrum kalabilir
147. Sırların nurlarını zahirî örtülerle gizledi. Ta ki ortada olup, şöhret lis...anıyla seslenilme değersizliğinden onları yüceltsin…
Açıklama: Kalplere gelen nurlar görülseydi, meydanda olup değeri kalmayacaktı. Zira meydanda olan şeyin değeri düşüktür. Allah (c.c) onların değerini korumak için zahirî örtülerle gizledi.