Çarşamba, Kasım 2

Hace Ubeydullah Ahrar Hazretlerinden

meselesi: Hakkında kötü söylenen bir insan bundan müteessir olur. Böyle bir şeyin insan tab’ına hoş gelmemesi fıtrî ve umumîdir. Dervişe lâzım olan ise bu hoşlanmamayı gönlünden kovmasıdır. Bu da Allah’a ermeden olmaz ve sadece zikirle murakabeyle elde edilemez. Gerçek sülük (yola giriş) ise budur.
Belâ ve mihnet meselesi: Belâ ve mihnetin insan kalbini tasfiye edişi, pak ve saf hâle getirişi kadar hiç bir şey müesser olamaz. Belâ ve mihnet, bilhassa, Allah ile kul arasındaki perdeyi incelticidir. «Belâların en büyüğü nebilere, sonra evliyaya ve sonra sırasiyle şuna ve buna gelir» mealindeki hadîs bu hikmete işarettir.
: (halvet der encümen), pazara girdiğin zaman halkın patırtısından kulağına hiç bir şey çarpmaması demektir. Kolayca ele geçer bir şey değildir bu… Bazıları bu yolu kolay sanırlar. Hoca Muhammed Pârisâ bunca iç ve dış kemâlin sahibi oldukları halde «Hâcegân» kitaplarını yanlarından ayırmazlardı
: Ameli sevmek lâzım, huzur ve cemiyeti değil… , iradeye bağlıdır, huzur ve cemiyet ise irade dışında… Huzur ve ce­miyeti hazırlayıcı aslî saik ameldir.
: insan, kendisini, dinlediği sözün iç mânalarına vermelidir. Sözleri dış yüzünden dinlemekle bir şey olmaz. Kelâmın bir cemâli vardır ki, Hak onu inayet ettiklerine gösterir. Nitekim Allah, beyinlerini ile gönderdi, cezbe ve tasarrufla değil…


Rabıta: (mürşidin hayaline bürünerek erme usulü): «Reşahât» sahibi: Bu fakire rabıta usulünü talim ettiler ve buyurdular :
«Yabancıları gönlünden çıkar ve kılavuzun gönlünde yer tut! Şeyhinin muradı, senin, seninki de onun olsun! Fânî olmanın yolunu ondan öğren ki, Allah’ta fânî olmak saadetine eresin!
Nazar:«Reşahât» sahibi: Hoca hazretlerinin mübarek çehrelerine çok nazar ederdim. Bir gün bu hâlimi görüp buyurdular :
«Bir hürmetkarı, hoca Bahaeddin Nakşibend hazretlerinin mübarek yüzüne çok nazar edermiş. Hoca hazretleri, bu hürmetkarına, gönlünü rüzgâra kaptırmaması için, yüzlerine çok bakmamasını ihtar etmişler ve nereye nazar edileceğini bildirmişler… Nazar, pîrin iki kaşı arasındadır ve mürid, kendisine ait her hâlin pîr tarafından görüldüğü ve bilindiği kanaatini muhafaza etmekle mükelleftir. Böylece pîrin heybet ve azametini üzerine çekerek bâtınım tasfiye etmelidir.
Kötü «havâtır» ve duygulardan kurtulmanın yolu : «Havâtır» ve beşerî nefs iğvalarından kurtulmanın yolu üçtür:
Birincisi, hayır ve ibadet yolunda kendi kendisine gayret. ikincisi, kendi kuvvetini aradan çıkarıp her şeyi Allah’tan bil­mek ve dua, niyaz, teferru kıblesinden yüz çevirmemek… Üçün­cüsü de pîrin himmetine sığınmak… Elbette ki bu yollardan en elverişlisi, pîrin manevî himmetine yönelenidir.
: Fazla açlık ve uykusuzluk dimağı zayıflatır. Bu yüzden­dir ki, riyazetleri mübalâğalı olanların keşiflerinde galatlar gö­rülmüştür. Ferah ve sevinçle geçen uyanıklık ise bünyeyi kuv­vetlendirici olduğu için uyku ihtiyacını karşılar ve faydalı olur. Nitekim hoca Bahaeddin Nakşibend hazretlerinin bir menkıbesi bu hakikate işarettir : Fazla davasındaki bazı müridlerine nefîs bir yemek yediriyorlar ve sabah namazına kadar rahat ra­hat uyumalarını emrediyorlar. Sabahleyin herkes tam gıdasını ve uykusunu almış olarak hoca hazretlerinin etrafında toplanıyor­lar ve sıhhatle vazifelerine devam ediyorlar. Demek ki, bu yolun başlıca şiarı, itidal sırrında ve ifrat ile tefritten kaçınmak hikmetindedir.
Zikir: Zikir bir kazmadır ki, onunla gönüllerdeki yabancı duygu dikenleri temizlenir.
öyle zikret ki, seni kaplayan istiğrak içinde ruhuna ne cennet arzusu uğrasın, ne cehennem korkusu düşsün!. Uyku ile uyanıklık, nazarında ayırt edilemez olsun ve şeytan, kalb kapısını kendisine kapatılmış bulsun!.
Ruh: Ruh, aslî vatanında daima müşahede halindeydi. Onu bu fenâ âlemine gönderip küçük hayat ihtiyaçlarının kafesine tıktılar. Fakat bazılarında bu kafeste mahpusluk ıstırabı ve aslî vatana dönmek iştiyakı galip geldi ve gaye, bu işin yolunu aramak oldu. Bundan anlaşıldı ki, insan vücudundan maksat bu ıstırabın meydana gelmesi ve çaresini aramasıdır. Halk, vücudu nasıl anlasın, gaye ve yol budur!
Kulluk:İbadet, emirlere uyup yasaklardan el çekmekten ibarettir. Kulluk, bu şekilde Allah’a yönelmektir. Kulluk ile ibadet arasındaki fark, birinin gönül, öbürünün amelde tecellisidir.
Miraç: Miraç, manevî ve sûrî olarak iki türlüdür. Manevî miraç ta ikidir : Biri kötü sıfatlardan iyilerine intikal, ikincisi mâsivadan (dış âlemden) Allah’a dönüş ve yükseliş…
İlim: ilim ikidir: Veraset ve ledün ilimleri… Veraset ilmi çalışmakla elde edilen, ledün ilmi ise ilâhî mevhibe olarak, emeksiz elde edilendir.
Âlim ve ârif: Bunlar başka başka şeylerdir. Meselâ nahiv (gramer) ilmini bilene nahiv âlimi denir, fakat nahiv arifi denilemez. Fakat ârif, nahiv kaidelerini yerinde kullanırsa, o zaman sıfatını göstermiş ve nahvin arifi olduğunu belirtmiştir. Tevhid ilmi için de ayni şey… Tevhidi, şeriata uygun olarak, Allah’ın zâtını, fiillerini ve sıfatlarını tecrit ve tenziye ile bildiren kimse, Tevhid âlimidir. Fakat onu gönlünde duyan ve hem kendi ve hem de halkın zuhuratını Allah’a bağlayan ve onu mutlak fail bilen kimse ariftir.
Kader sırrı: Kader sırrını bilenler rahattadır. Zira her şeyi yoklukta görürler ve her şeyde zahir olanı Hak bilirler. O halde telâş ve ıstırap neye? Nehirlerin suyu, derya yolunu tutmaktan başka ne yapabilir?