O (Allah öyle Allah) dır ki, kullarından tövbeyi kabul buyuruyor, günahlardan afv ediyor ve O bütün yaptıklarınızı bilir.”
Ayet-i Celilede Cenab-ı Hak tövbe eden kullarını afv ettiğini buyurdu. Peki, tövbe ne demektir? Tövbe, “Mevla’ya rücu’ etmek (dönmek)” manasına gelir.
Günah işleyen bir şahıs Mevla’dan uzaklaşır sonra yapmış olduğu işlere pişman olarak tövbe edince Mevla’ya dönmüş oluyor ve yaklaşıyor.
Tövbe etmek ile ilgili emirler çoktur:
“Ey iman edenler! Allah’a öyle bir tövbe edin ki, tam bir pişmanlıkla halis bir tövbe olsun; Olur ki; Rabbiniz, kötülüklerinizi örter ve sizi (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetlere koyar.” (Tahrim suresi:8′den)
“Bununla beraber; şüphe yok ki, ben tövbe eden, iman edip salih amel işleyen sonra da hak yolda sebat gösteren kimse için çok bağışlayıcıyım.” (Taha suresi:82)
“Ey mü’minler! Hepiniz Allah’a tövbe edin ki, dünya ve ahiret saadetine kavuşasınız.” ( Nur suresi:31)
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz de buyuruyorlar ki;
“Günahtan tövbe eden günah işlememiş gibidir.”
“Tövbe kendinden evvelki (günah) ları kesip atar”
“İslam’da (diğer batıl dinlerden dönüp İslam’a girmek) kendinden evvelkileri kesip atar”
Bir kimse 90 sene kâfir olarak yaşasa her türlü fenalığı, kötülüğü işlese “LA İLAHE İLLALLAH” kelime-i tayyibesini dili ile söylese, kalbi ile tasdik etse 90 senelik bütün günahı silinir.
“Hac etmek de, kendinden evvelkisini keser atar.”
“Hicret de kendinden evvelkisini kesip atar”
“Şehidlik de kendinden evvelkisini kesip atar”
Üstadımız Hacı Ali Haydar Efendi (Kuddise sirruhu) buyururlardı ki: “Tarikat-ı Aliyyeye girmekte bu beşten birisi gibi bütün günahları kesip atar.”
Bir ayet-i kerimede de şöyle buyuruluyor:
“İman edip salih ameller işleyenlerin kendilerinden günahlarını muhakkak örteriz; ve elbette işledikleri amelin daha güzeli ile onları mükafatlandırırız.” (Ankebut suresi:7)
Demek ki günahların af olunması için iman ve ameli salih lazım. Kur’an-ı Azimüşşan da en çok iman ve ameli salihin üzerinde duruluyor. Bütün müjdeler bütün vaadler bunun üzerinedir.
“Sizden iman edipte salih amel işleyenlere Allah şöyle vaad buyurdu: -Yemin olsun ki kendilerinden evvel gelen (İsrail oğullarını) nasıl kâfirlerin yerine getirdi ise, onları (mü’minleri) de kâfirlerin arazisine (yerine) getirecek (hâkim kılacak) ve onlara kendileri için seçtiği dinlerini (islamı) kuvvetlendirip icra imkânı verecek, onları korkularının arkasından muhakkak emniyete kavuşturacaktır. Böylece bana hiçbir şeyi ortak koşmayarak hep bana ibadet edecekler. Kim de bundan sonra nankörlük ederse işte onlar asıl fasıklardır.” (Nur suresi:55)
Dersimizin ayet-i kerimesinde Allah-u Teala: “Yapmış olduklarınızı biliyorum.” buyurmuş idi. Nasıl bilmez ki bize şah damarımızdan daha yakındır.
“And olsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini de biliriz; (çünkü) biz ona şah damarından daha yakınız (her halinden haberdarız ve her an kudretimiz altındadır) (Kaf suresi:16)
Bir Hadis-i Şerifte; “Kişinin imanın en efdal derecesi kişi nerede olursa olsun Mevla ile beraber olduğunu bilmesidir.” buyurulmaktadır.
Şu ayet-i kerimede de:
“Muhakkak ki Allah üzerinize gözcü bulunuyor” (Nisa suresi:1′den) buyuruluyor.
Allah-u Teala’nın kullarının tövbesini kabul ettiğini bildiren diğer bir ayet-i celile de şudur:
“Kim tövbe ederde salih amel işlerse muhakkak ki o, makbul bir şekilde Allah’a döner.” (Furkan suresi:71)
Allah-u Teala ve Tekaddes Hazretlerinden başka tövbeyi kabul edecek var mıdır? Günahları affedecek var mıdır? Cennete koyacak var mıdır? Cehennemden çıkaracak var mıdır? Rızıklandıracak var mıdır? Hepsi O’nun elinde Allah bir, kapı da bir. Her kim ki bir yerdedir her yerdedir. Her kim ki her yerdedir hiçbir yerde değildir.
“Allah kuluna kâfi olmadı mı?” (Zümer suresi:36)
Dersimize gelelim:
“Allah iman edip de salih amel işleyenleri bağışlar (dua ve ibadetlerini kabul eder). Fazlından onlara ziyade verir, kâfirlere gelince, onlara şiddetli bir azab var.”
Yani onlara dualarının ibadetlerinin karşılığını verdikten sonra alın bu kadarı da fazladan.Bunları kalemler yazmaz, kantarlar tartmaz.
Mevla Teala kâfirlere şiddetli azab olacağını buyurmakta. Azab ismi kolay geliyor yani insana isabet etmeden sadece duymak kolay. Amma azabın kendisine uğramak zordur.
Ya Rabbi! Bizi rahmet-i ilahiyene mazhar edecek şeylerle meşgul et. İman edip amel-i salih işleyen Allah’a icabet etmiş oluyor. Allah’da onlara icabet etmiş oluyor.
“O halde siz bana itaat ve ibadet ederek beni anın ki, bende sizi mağfiretimle anayım. Nimetlerime şükredin de nankörlük yaparak küfre varmayın.” (Bakara suresi: 152)
Cenab-ı Hak kullarına nimet verdikçe kulları Mevla’yı unutuyor. Mevla bu duruma sitem ederek buyuruyor;
“Biz insana (sağlık ve genişlik gibi) nimet verdiğimiz zaman Allah’ı anmaktan yüz çevirip yan çizer. Ona fenalık dokununca da pek ümitsiz olur.” (İsra suresi:83)
Mevla Teala in’am ettikçe ona yönelmek gerekirken ondan yüz çevirmek ne kadar tersine insan yakışmayan bir iştir.
Ya Rabbi!… Nimetin kıymetini bilenlerden eyle bizi! Nimetten, veli nimete ulaştır bizi. Şükrümüzü ifa etmeye muvaffak eyle bizi! Amin.
“Doğrusu insan azgınlık eder, kendini müstağni (ihtiyaçsız) görmekle” (Alak suresi:6-7)
İnsan kendinin Allah’a muhtaç olmadığını zanneder. Aslında her nimet Allah’ın elindedir. Kulağının işitmesi O’nun elinde, gözünün görmesi O’nun elinde, dilinin söylemesi, aklının çalışması, rızkının devam etmesi hep O’nun elindedir. Fen ilerledi diye insanlar birçok şeyi kendilerinden zannediyorlar.
Hâlbuki insanlar yağmur mu yağdırıyor, yerden ot mu bittiriyor, bir üzüm tanesi yapabiliyor muyuz, bir ufak hamsi yavrusu yapabiliyor muyuz? İnsan haddini bilmezse ne kadar azgın olur. Bir lokmalık şeyi yaratmak elimizden gelmediği gibi, onu yutmakta elimizden gelmez. Eğer insanın çenesi, yemek borusu felç olsa lokmayı nasıl yutacak? Midemize inen yemekler sindirime uğramasa öylece kalsa ne yapabiliriz? Eğer düşünebilirsek her nimet O’nun elindedir.
Dersimize gelelim:
“Eğer Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, muhakkak yeryüzünde azar, taşkınlık ederlerdi. Fakat Allah rızıkları dilediği miktar ile indirir. Şüphesiz ki O, kullarının bütün yaptıklarından haberdar bütün yaptıklarını görendir.”
Bu ayet-i celilenin gereğinden değil midir? Karun’un, Firavun’un yeryüzünde olan azgınlıkları.
“Gerçekten Karun Musa’nın kavminde idi de onlara karşı azgınlık etmişti. O’na öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir toplulukla (zorla) taşınıyordu.” (Kasas suresi:76)
Karun’un bu malı neticede yere batmasına sebep oldu.
“Çünkü Firavun o yerde baş kaldırmış ve ahalisini parçalara bölüp kendisine bağlamıştı. Onlardan bir topluluğu ezmek isteyerek oğullarını boğazlatıyor, kadınlarını diri diri bırakıyordu. Şüphesiz o fesatçılardandı.”
“Biz de istiyorduk ki, o yerde ezilmekte olanlara lütuf yapalım, onları hayırda önderler yapalım ve kendilerini mirasçılar kılalım.” (Kasa suresi:4-5)
İlimde ilerler de, amelde ilerlemezsen o, iyiye işaret değildir. Emre imtisal lazımdır. Allah-u Teala ne emrederse onu yap, ben bilirim demeyi bırak.
Dersimize gelelim;
“Allah O’dur ki (kullar) ümidi kesmişlerken yağmuru indirir, rahmet ve bereketini yayar. O (kendi ihsanı ile kullarına) velidir. Hamid’dir, hamd edilmeye layıktır.”
Bütün hamdler ancak Allah’a mahsustur. Hakiki zengin ancak O’dur. O’nun kitabını düşünerek okumak lazımdır. Allah-u Teala bize o düşünmeyi ihsan etsin. Kur’an-ı Kerim’i adet kabilinden okuyoruz. Kur’an bizimle her an konuşuyor. Ordaki sözler kimleredir? Hocaların bir adeti var bir ayet-i celileyi okusalar veya dinleseler söylemek için hemen cemaat gelir hatırlarına. Hâlbuki hatırına önce kendini getirmeli. Farkında değil başkalarına iyilik edecek kendisini yakacak.
(Ders ayeti)
“Göklerin ve yerin yaratılışında ve bunların içinde her canlıdan yaydığında, kudretine delalet edecek alametler vardır. İşte O, dilediği zamanda bunları toplamaya kadirdir.”
Mevla’nın varlığını kabul etmeyen bir insana güneş, mevcudiyetiyle: “Beni, ben halk etmedim” diyor. Ay da, yıldızlar da öyle diyorlar. Hatta zerre kadar her şey böyle diyor. Ya bizi kim yarattı?
“Gökleri ve yeri yaratan Allah’da mı şüphe vardır?” (İbrahim suresi:10′dan)
O öyle Allah ki gökler, yerler ve aralarında olan herşey O’nun varlığına delildir. Belki kendisi kendi varlığına delildi. Güneş kendi kendine delil oluyor da O, olamaz mı? Görmemizi düşünün o neredendir?
Eğer görmemiz kendi kudretimizle olmuş olsaydı beynimize hâkim olmalıydık. Görme olayını kendimiz yapmalıydık. Her hengi bir şikayetimiz olduğunda dilenci gibi doktorları geziyoruz. Hâlbuki bize arız olan hastalığımızı gidermek tamamen doktorun elinde değildir. O sadece Allah’ın ona bildirdiği ilim ile vasıta olacaktır.
Lokma Hekim oğluna:”Oğlum!… Ölmeyi inkar ediyorsan uyuma, öldükten sonra dirilmeyi inkar ediyorsan uyuduktan sonra uyanma!” dediğinde oğlu; “Baba! Bu benim elimde değil” cevabını verince Lokman Hekim’de “Öyle ise sen, senin elinde değilsin desene. O halde O’na kulluk et!” buyurdu.
Ders ayetimizin devamında Mevla buyuruyor:
“Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizin kazandığı (günahlar) yüzündendir. Allah ise günahların bir çoğunu bağışlıyor.”
Bir insan, günahından sebep nezle olsa, dişi ağrısa, midesi ağrısa bu kul hakkında iyi midir, kötü müdür? İyidir. Niçin? Zira kendisine isabet eden her beladan sebep günahları af olunur, derecsi yükselir. Bu gibi sıkıntılar mü’minlere ceza değil nimettir. Niçin? Mevla dişine ağrı vermekle hemen haddini bildirdi sana. Hasta olmasaydın kim bilir belki de gitmedik sinema bırakmazdın. Amma, Mevla seni hasta etmekle bir altın zincirle bağlamış gibi oldu.
Mevla, bizi hasta etmekle terbiye ediyor günahlarımızı af ediyor, derce veriyor ondan sonrada sıhhat veriyor. Şuda var ki her günahın karşılığını vermez bazılarını da af eder. Eğer her günahın karşılığını verse yeryüzünde değil insan mikroptan devesine kadar herşey helak olur. Yeşil otlar bile kalmaz.
(Ders ayeti)
“Siz yeryüzünde yakanızı kurtarabilecek değilseniz ve sizin için Allah’tan başka bir dost, başka bir yardımcı yoktur.”
Mevla buyuruyor: Ben her yerde her zerre ile beraberim. Benden kaçan, bana kaçıyor, haberi yok. Nereye kaçabilirsin ki?
İstanbul’da suç işleyen Mekke’ye kaçsa Mevla oradadır. Medine’ye kaçsa da oradadır. Zamandan ve mekândan münezzeh olduğu halde tabii yanlış anlamayın sakın, Mevla’ya mekân isnad edilmez.
Mevla ne önde, ne arkada, ne sağda, ne solda, ne aşağıda ve nede yukarıdadır. Böyle olur mu diyeceksiniz amma olur. Nasıl olur, olduğu gibi Mevla’ya göre hiçbirşey yok ki o şey Mevla’nın altında veya üstünde olsun. Yani Mevla her yerdedir mekânsız olarak. Öyle bir olmaktır ki biz onu anlamaktan aciziz.
(Ders ayeti)
“Denizde dağlar gibi hareket edip giden gemiler yine onun alametlerindendir.”
Koca gemi denizin üzerinde nasıl batmadan yüzüyor. O kadar ağır yükü nasıl tutuyor üzerinde.
(Ders ayeti)
“Eğer Allah dilerse o rüzgarı durduruverir de (gemiler) deniz üzerinde kalakalırılar. Şüphesiz bunda ziyade sabırlı, ziyade şükredici olan herkes için çok ibretler vardır.”
Yani sabredenler, şükredenler Cenab-ı Hakkın ayet-i celilelerini anlıyor. Sabretmeyen, şükretmeyenler anlamıyorlar.
Mevla Teala bir ayet-i celilede şöyle buyuryor:
“Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri ayetlerimi anlamaktan çevireceğim. Onlar her mucizeyi görseler de ona inanmazlar. Rüşd yolunu da görseler onu yol edinmezler. Fakat sapıklık yolunu görürlerse onu yol edinirler. İşte böyle hareket etmeleri ayetlerimizi yalan saymalarından ve ondan gafil olmalarından dolayıdır.” (Araf suresi:146)
Mevla’nın rızasını gözetmek O’nu hiç bir kere unutmamak lazımdır.
(Ders ayeti)
“Yahud dilerse kazandıkları günah yüzünden onları denizde helak eder. Fakat Allah çoğunu bağışlar.”
1912 yılında dünyanın en büyük seyahat gemisi Titanik Avrupa’dan hareket ederek Amerika’ya ilk seferini yapmıştı. Vapurda 2000 kadar insan vardı. Yolcuların çoğu zengin asilzade ve tahsilli kimselerdi. Herkes Titaniğin batmayacağını zannediyordu fakat battı işte.
(Ders ayeti)
“Hem ayetlerimiz hakkında mücadele edenler bilsinler ki kendileri için kaçacak bir yer yoktur.”
mahmud Efendi Hz. k.s.