Sıkıntısı olan.
Kalbi temizlemek, dünyâda ve âhırette saâdete kavuşmak, dertlerden, belâlardan, düşman şerrinden kurtulmak, ni’metlere kavuşmak için, her Müslümânın, her gün kalb ile tövbe etmesi, bu tövbeyi söylemesi lâzımdır. Bunu söylemeye istiğfâr denir. Çok istiğfâr okumalıdır. Muhammed Ma’sûm Fârûkî hazretleri buyuruyor ki:
“Dertlerin, belâların gitmesi için, kalb ile istiğfâr okumak çok faydalıdır. Çok tecrübe edilmiştir. Ölümden başka her dertten kurtarır. Eceli gelenin de, ağrısız, sıkıntısız ölmesine yardım eder. Çünkü, hadîs-i şerîfte; (İstiğfâra devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızklandırır) buyuruldu.”
BORCUNDAN KURTULAN ADAM
Sultan Abdülmecid zamanında adamcağızın birisinin büyük miktarda borcu varmış. Elini neye atsa ters gidiyormuş. Zeyrek civarında, evine yakın bir dergâha gitmiş. Namazdan sonra o dergâhın Şeyhi, bu adamcağızı yanına çağırmış ve hâlini sormuş. O da;
- Efendim, gırtlağıma kadar borç içindeyim. Neye elimi attıysam orası kuruyor. Ne olur bana yardım ediniz, yol gösteriniz, duâ ediniz demiş. Şeyh efendi;
- Evlâdım, sabah namazlarını kırk gün, Eminönü’ndeki Yenicami’de kılacaksın. Ayrıca câmiye gidip gelirken de, bin adet istiğfar okuyacaksın. Bu tavsiyeme uyar, ara vermeden istiğfara da devam edersen, inşallah sıkıntılarından kurtulursun demiş.
Adamcağız ertesi gün Yenicami’nin yolunu tutmuş. Sabah namazlarını hep orada kılmış ve yolda giderken, gelirken de istiğfar okumaya devam etmiş. Böylece ara vermeden 39 gün tamam olmuş. Fakat kırkıncı gün, sabah namazına tam vaktinde kalkamamış. Uyandığı zaman, kendi kendine; “Eyvah, bunu da mı berceremeyeceğim” diyerek telaşla yatağından fırlamış.
Abdest alıp, giyinip sokağa fırlamış. Koşturmaca esnasında biriyle çarpışmış. Başındaki fesi de yere düşmüş. Geç kaldığı için adamcağızın gözü bir şey görmüyormuş. Karanlıkta kendi fesi zannederek yerdeki bir başlığı almış, başına geçirmiş ve koşmuş câmiye. Sabah namazına ucu ucuna yetişmiş. Namazdan sonra da, heyecanlı bir şekilde okunan aşr-ı şerifi de beklemeden çıkmış câminin avlusuna ve giriş kapısının önüne oturmuş. Kendi kendine; “Kırk namazı tamamladık. Bakalım denilen olacak ve ben rahatlayacak mıyım?” diye düşünmeye başlamış.
Bir de ne görsün. Câmiden çıkan insanlar büyük bir memnuniyet ifâdesiyle bu adamcağızın önüne çil çil altınlar atmaya başlamazlar mı! Adamcağız şaşkın. Altınları toplamış, saymış, tam borcuna yetecek kadar çıkmış. Kalkmaya hazırlanırken câminin müezzini sokulmuş yanına;
- Allah, Müslümanlığını mübârek eylesin, hak dini seçmişsin, sünnetliğini de topladın. Ancak bundan sonra bu başındakiyle namaza gelme. Başına fes giy demiş.
Müezzinin bu sözleri üzerine adamcağız elini başına atmış. Bir de ne görsün, başındaki papaz külahı. Meğer namaza koştururken çarptığı bir papazmış. O esnada ikisinin de başındaki başlık düşmüş. Adamcağız kırkıncı sabahın hayâliyle acele edip, yerden eline geçirdiği papazın külahını kapmış ve başına geçirmiş. Câmi cemâati de, o adamcağızın başına bakıp, bir papazın Müslüman olduğunu sanmışlar. O devirde de âdet, yeni Müslüman olanlara teşvik için altın verilir ve buna “sünnet akçesi” denirmiş...
KALBİ TEMİZLEMEK İÇİN...
Her günâhtan sonra tövbe, istiğfâr etmek farzdır. İbâdet yapmak, bilhâssa namâz kılmak ve istiğfâr söylemek kalbi temizler. Harâm işlemek ise, kalbi bozar.
Netice olarak, insana dertlerin, belâların gelmesine sebep, nefsine uyarak günâh işlemesidir. Sıkıntısı olan kimse, çok istiğfâr okumalıdır. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Dertlerin, belâların gelmesine sebep, günâh işlemektir. Belâlar, sıkıntılar, günâhların affedilmesine sebep olur. Allahü teâlâ, sevdiklerinin günâhlarını affetmek için, onlara dert, belâ gönderiyor. Tövbe, istiğfâr edince de, günâhlar affolur. Dert ve belâ gelmesine lüzûm kalmaz, gelmiş dertler de gider. O hâlde, dert ve belâdan kurtulmak için, çok istiğfâr okumalıdır.”