Cuma, Ocak 27

İÇE YOLCULUK NEDİR?

Yüce Allah’a gidişin aslı şu hadisle ortaya konmuştur: “Gerçek , Allahu Tealâ’nın yasakladığı haram işlerden kaçınan kimsedir.” (Buharî, Ebu Davud, Nesai, İbnu Mace)
Büyük veli İsmail Ankaravî k.s. demiştir ki: “Allah’a yolculuk deyince, bu hadiste anlatılan iç terbiye ve takva anlaşılır. Bu sefer, sufînin iç aleminde gerçekleşir. Bu seferin aslı her türlü kötülükten uzaklaşmaktır. Bu seferin sonunda sâlik, Cenab-ı Hakk’a ulaşır, huzur bulur. İnsanın kemali, ancak bu şekildeki bir seferle alacağı terbiye ile mümkündür.” (Ankaravî, Minhacu’l-Fukarâ)
Bazı veliler bu ayet ve hadislerin davet ve tarif ettiği yolculuğu “Sefer der Vatan” tabiriyle ifade etmişlerdir. Başından sonuna kadar bu yolculuğa tasavvufta “seyr u sulûk” denir.
Tasavvufta seyir, cehaletten ilme, gafletten zikre, ve ahlâkdan edebe ulaşmak ve kendi varlığını aşıp kalbiyle Hakk’ın huzuruna doğru yürümektir. Sulûk ise, Hakk’a ermek ve ilâhi huzurda kabul görmek için bir rehberin öncülüğünde ve denetiminde çıkılan manevi, kalbî, ruhî bir yolculuk ve ahlâk eğitimidir. Seyr u sulûk, Kur’an’da anlatılan mücahede, tezkiye, terbiye, Allah’a gitmek, Allah’a yaklaşmak, Allah için yaşamak ve Allah adamı olmakla aynı şeydir.
Bu yolun rehberleri derler ki: Yüce Allah her insanı kendisiyle dostluk yapması için yaratmıştır. İnsana verilen ruh, kalp, akıl, vicdan ve diğer cevherler Yüce Allah ile irtibat kurmak içindir. Bütün mesele bunların gerçek halleriyle tanınması, usulünce çalıştırılması ve hedefine uygun kullanılmasıdır. Peygamberlerin ve onların vârislerinin asıl vazifesi, terbiyelerine giren her insana bu gizli hazineleri kullanmasını öğretmek ve onu Yüce Allah ile buluşturmaktır.
MANEVİ YOLCULUĞUN BAŞLANGICI VE SONU
Yüce Allah’a yolculuk devamlıdır. Bunun bir bitiş noktası yoktur. Çünkü Yüce Allah’ı tanımanın, sevmenin, kudret ve rahmet tecellilerini seyretmenin bir sonu yoktur. Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz’e bile Kur’an’da “Rabbim ilmimi artır” (Taha, 114) duası öğretilmiştir. Ayette artması istenen ilim, Yüce Allah’ı tanıma ilmidir. Buna marifetullah ve “yakîn ilmi” denir. Peygamberler bile devamlı manen yükselme, ilerleme ve Yüce Allah’a yaklaşma halindedirler.
İnsan için Yüce Allah’a yolculuk, ruhlar alemindeki elest bezminde ilâhi sözleşme ile başlamıştır. Dünyada devam etmektedir. Ahirette de ebediyyen devam edecektir.
Manevi yolculuk birkaç safhada gerçekleşir. Birinci safha her türlü günah ve gafletten uzaklaşmaktır. Bu safha samimi bir tevbe ile tevbe etmek ve kalbi gafletten uyandırmaktır. Yani kalbi ve bedeniyle Allah’a dönmektir. Bu olmadan ilerleme başlamaz, hedefe varılmaz. Samimi bir tevbe bir anda gerçekleşmeyebilir. Onu elde edene kadar çalışmalı ve sabretmelidir.
İkinci safha, kalbi dünya hırsından, aşırı mal, mülk, makam ve itibar sevgisinden arındırmaktır. Böylece hiçbir şey Yüce Allah’ın zikrine engel olmaz, ilâhi sevgiyi zedelemez, kalbi endişe ve korku ile meşgul etmez. Buna denir. , elindeki mala değil, Yüce Mevlâ’ya güvenmektir. , dünyadan elini değil, gönlünü çekmektir.
Üçüncü safha, nefsin kötü sıfatlarından ve kalpte yerleşen manevi hastalıklardan kurtulmaktır. Buna “tezkiye” yani manevi temizlik denir. Bu, kalbin gaflet, gösteriş, benlik, kin, kibir, gibi gizli hastalıklarından kurtulmasıdır. Bu temizliği, güzel ahlâkla süslenme takip eder. Manevi terbiyede önce temizlik, peşinden güzellik gelir. Bunu başaran kul, takva dairesine girmiş ve Yüce Allah’ın özel dostluğuna adım atmış olur.
Dördüncü safha, kalbin müşahede haline ulaşmasıdır. Hadislerde anlatılan “ihsan makamı” budur. Ariflere göre ihsan makamı, her şeyde Yüce Allah’ın tecellilerini seyretmektir. Kalp gözüyle mülk aleminden ötelere, melekût alemine bakabilmektir. Her yerde, her şeyde, her işte, her harekette Yüce Allah’ın tecelli ve sanatını görebilecek bir kalbe sahip olmaktır. Bu, “her nereye yönelseniz, Allah’ın zatı oradadır” ayetinin sırrını çözmektir.
YOL BİR, YOLCULAR FARKLI
Manevi yolculuk, herkesin meşrebine göre farklı olur. Bunda kula verilen , kabiliyet ve yaradılışın etkisi büyüktür. Bazı hak yolcularında , cezbe ve coşku hakim olur. Onlar, az amelle yetinir. Sadece farzları yerine getirir, haramlardan çekinir. Ondan sonra kalp safası ve gönül hoşluğu ile meşgul olur. Buna “aşk tariki” denir. Bu kimselerin içinden veli çıkar, fakat insanları irşad eden kâmil-mükemmil mürşid çıkmaz.
Bazı hak yolcuları mücahede yolunu tutar. Amele yönelir. Devamlı zikir, fikir ve ibadetle meşgul olur. Fakat ve cezbeden pek nasipleri yoktur. Buna “mücahede tariki” denir. Bunlar içinden de veli çıkar, fakat ve cezbe yönleri eksik olduğu için kâmil mürşid çıkmaz.
Bazı hak yolcuları da, Yüce Allah tarafından özel olarak seçilmiştir. Onlar , yani sevgililer sınıfına girer. Onların gidişatına “mahbublar tariki” veya “ahyar tariki” denir. Onlar manevi seyirlerine aşk içinde başlar, cezbe içinde adım atar, , amel ve mücahede ile devam ederler. Her meşrebin halinden nasipleri vardır. Cezbeleri gizlidir, ilâhi aşkları saklıdır. Amel ve halleri süreklidir. Onlar Hz. Peygamber s.a.v.’in gerçek vârisidirler. Çünkü Hz. Rasululah s.a.v. Efendimiz son derece güzel ahlâkı yanında, amel ve kullukta da zirvede idi. Aynı zamanda yüksek bir aşk ve cezbe sahibiydi. Gerçek alimler Efendimiz’deki bu güzelliklerden büyük ölçüde pay sahibi olmuşlardır. Onun için kâmil mürşidler bu gruptan çıkar. Onlar ilâhi huzurda kabul gördükten sonra insanlara bu yolu öğretmek için halkın içine gönderilmiş ve irşadla görevlendirilmiş salihlerdir. (Sühreverdi, Avarif)

ALLAH’A YOLCULUĞUN TEMEL PRENSİPLERİ
Allah dostları der ki: Yüce Allah’a yolculuk ancak ihlâsla olur. İhlâs, her iş ve ibadeti sadece Allah rızası için yapmaktır. Böyle yapmayan kimse, ne kadar amel ve yapsa Allah’a kavuşamaz. Dünya için kılınan bir namaz kulu Allah’tan uzaklaştırır, azaba yaklaştırır.
Yüce Allah’a yolculuk, boş temenniler ve tembellik ile gerçekleşmez. Bu yol, sevgi ile amel ve ister. İbadetlerin başında farz olan ameller gelir. Onu nafile ve olan ameller takip eder. Tembel, gevşek ve ciddi olmayan kimseden Allah dostu olmaz.
Yüce Allah’a yolculuk, haya, tevazu, sevgi ve cömertlik ister. Edebe dikkat etmeyenden hayır gelmez. Kibirli bir kalp Cenab-ı Hakk’ı müşahede edemez. Cimriden veli olmaz. Seyyid Abdulkadir Geylanî k.s. der ki:
“Ben geceleri çokça namaz kılarak, gündüzleri nafile oruç tutarak ve halka ilim öğreterek Allah’a ulaşmadım. Benim Yüce Allah’a ulaşmam, cömertliğim, herkese karşı oluşum ve gönlümün temizliği sebebiyledir.”
Yüce Allah’a yolculuk ve vuslat, sadece Kur’an ve Sünnet çizgisinde giderek mümkün olur. İslâm’ın öğrettiği usül dışında hiç kimse kendi fikir, felsefe, eğitim, riyazat ve çabası ile Allah’a ulaşamaz. k.s. der ki: Hindu rahipleri, Brahmanlar ve Hak Din’e uymayan diğer gruplar, senelerce açlık ve çile çektikleri halde Allah’a vasıl olamamışlardır. Çünkü çizgisi dışında kimse Allah’a ulaşamaz. ‘Allah’a giden yollar mahlukatın adedi kadardır’ sözü, herkes kendi halince istediği gibi Allah’a gider manasında değildir. Bu söz, ‘iman ve İslâm dairesine girdikten sonra, herkesin Yüce Rabbine yönelişi farklıdır, iman eden her kalpte Yüce Rabbi ile bir irtibat yolu vardır’ manasındadır.
Yüce Allah’a yolculuk, ölene kadar amel, ibadet ve güzel kulluk yaparak devam eder. Hiçbir makamda kuldan ibadetler düşmez. Yüce Allah’a kavuşmak, O’na yaklaşma sebebi olan amelleri gereksiz kılmaz. Aksine, Allah’a yakınlığı artan kulun edebi, zikri ve ibadeti daha da çoğalır, şükrü artar. Kim, ben Allah’a kavuştum diyerek ibadetleri terk eder ve artık haramların kendisine zarar vermeyeceğini düşünüp haram işlere dalarsa, o kimse Allah’a değil, ateşe ulaşmış olur. Böyle birisi Allah’ın değil, şeytanın dostudur.
Yüce Allah’a yolculuk, bu yolu bilen , arif, güvenilir ve irşatla izinli bir rehber ile olursa, Hak yolcusu, şeytanın oyunlarından ve nefsin hilelerinden emin olur. Hedefine kolayca kısa zamanda ulaşır. Bu rehber, kendisine samimi olarak tabi olan kimseye Yüce Allah’a kavuşana kadar örnek olur, yardım eder, feyz verir, yolunu açar, onu tehlikelere karşı uyanık tutar. Kâmil mürşid, terbiye edip Allah katında sevilecek ve kabul görecek hale getirdiği hak yolcusunu Yüce Allah’a teslim eder ve aradan çekilir.
Bu yolun ehli olmayan kimseye uyan kimse ise bocalar, yolda kalır, şaşırır, zarar eder.

ALLAH’A VUSLAT VE KAVUŞMANIN MANASI
Yüce Allah’a ulaşmayı arifler, “vuslat”, “takarrub”, “fenafillah”, “bekabilllah” gibi tabirlerle ifade ederler. inancına göre Allah’a kavuşmak, Allah’ta fani olmak, insanın Allah’ın zatında kaybolması veya Allah’ın kulun vücuduna girmesi manasında değildir. Yüce Allah böyle bir durumdan uzaktır. Böyle düşünmek ve söylemek haramdır.
Allah’ta fani olmak, beşeri varlığın eriyip yok olması ve nefsin vücuttan tamamen atılması manasında da değildir. Allah dostunun nefsi yok olmaz, terbiye olur. Allah’a kavuşmak, Allah’ta fani olmak, temizlenen kalbin haliyle ilgili bir durumdur. Kalbinde gerçek ilim, irfan ve idraki elde eden kul, Yüce Allah’ı gözüyle görüyor gibi hiç şüphesiz tanır, O’na bütün varlığı ile teslim olur, O’nun sevgisi içinde kaybolur. Sevdiği her şeyi O’nun için sever. Kızdığı her şeye O’nun için kızar. O’nun razı olduğu ahlâk ile ahlâklanır. O’nun boyasına boyanır, Allah adamı olur.
Arifler der ki: Bu yolun sonu Yüce Allah’a hayran olup hayrette kalmaktır. Yapılacak tek şey Allah’ın yardım ve sevgisini istemektir. Allah’a ancak Allah ile ulaşılır. Bu yolda en güzel amel, kendinin bir hiç olduğunu görmek, acizliğini bilmek, ilâhi azamet karşısında boynunu bükmek ve her halde Yüce Allah’a hamd, tesbih ve istiğfar etmektir.
En doğrusunu Yüce Allah bilir.
Dr. Dilaver Selvi