Tasavvufun Şartları, Geçmiş Tasavvuf Büyüklerinin şu Huylarıdır:
• Dünyaya rağbet etmemek,
• Zikir ve ibadetle meşgul olmak,
• İnsanlardan bir şey beklememek,
• Kanaat sahibi olmak,
• Yiyecek, içecek ve giyecek gibi şeylerde az ile yetinmek,
• Fakirleri gözetmek,
• Şehvetleri (nefsin isteklerini) bırakmak,
• Mücahede etmek (nefsle savaşmak, mücadele etmek),
• Takva sahibi olmak,
• Az uyumak, az konuşmak,
• Düşünceyi Hak üzerinde toplamak,
• Murakabe etmek (‘Allah bütün hâl ve hareketlerimi bilmektedir’ şuuru içinde olmak),
• İnsanlardan ilgiyi kesip yalnız yaşamak,
• Maneviyat büyükleriyle görüşmek,
• Sadece ihtiyaç varken yemek,
• Sadece gerektiğinde konuşmak,
• İyice uyku bastırdığı zaman uyumak,
• Mescidlerde oturmak,
• Aziz kitabın (Kur’an-ı Kerim’in) söylediklerini yapmaktır.
Böyle gidenin kabul edileceğine Allah’ın Rasulü s.a.v. şahittir.
O halde bu zamanımızda akıllı insan, sufiliğin prensiplerini ve sufilerin içindeki sadık kişilerin yolunu bilmelidir. Ki gerçekten onlardan olanla kendilerini onlardan göstermek için şeklen onlara benzeyenleri birbirinden ayırt etsin de riya ve taklide düşenlerden olmasın. Çünkü sufiler yeryüzünde Allah’ın güvenli dostlarıdır. Sırlarının ve ilminin aşinalarıdır. O’nun seçkin kullarıdır. Onlar Peygamber lisanıyla övülmüşlerdir.
İşte sufilik budur. Onların işleri böyledir. Bu yolu inkâr eden, bilgisinin azlığından, hakikatleri bulamadığından inkâr etmiştir. Çünkü işin iç yüzünü tahkik edenler azdır. Onları ancak onların cinsinden olanlar bilir.
Yüce Allah buyurmuştur:
“Bununla doğru yolu bulamadıkları için, ‘bu, eski bir uydurmadır’ diyecekler.” (Ahkâf, 11)
Bu yoldan olduğunu iddia edip de vücut azalarını kulluk ve hizmetten alıkoyan, kalbini zikirle meşgul etmeyen, himmetini Hak üzerinde toplamayan, gelen ilahî halleri değerlendirmeyen, niyetini temizlemeyen, tasavvufun hakkını vermeyen, hakikatlerini bilmeyen, kendisinin olmayan bir şeyi iddia etmiştir. Maksadı insanları kandırıp tasavvufu bir geçim vasıtası yapmak ve böylece onların sırtından geçinmektir.
O kimse güzel vakti alıp mahveder. Eğer ona fakirliğin bazı hakikatleri: nefsi küçültme, ibadet, belalara tahammül yolu açılsa, mücahede yapması istense rezil olur. Bunları terk ettiği için iddiaya düşmüştür, yapmacık hareket etmektedir. Onun içinde ne Allah korkusu, ne murakabe, ne vera’, ne mücahede ne zikir ne tasavvuf muamelesi yokken, sufilik kisvesi giymiştir. Tasavvuf ona lanet eder. Davaları onun önüne perde olur. Şeytan ona yaklaşır, melekler ondan uzaklaşır. Allah ona gazab eder, hakiki tasavvuf erbabı onun düşmanı olur.
Kim ilmi kullanmaz, iradeye sarılmaz, vecdde ileri gitmez, marifette derine inmez de tasavvuf iddia ederse o, keyfine uymaktadır. Manadan perdelidir.
Kardeşim, Allah’tan kork, dışını koru, esasa sarıl. Zira zahirde bir delili, bir şahidi bulunmayan her bâtın hal sapıklıktır. Mutasavvıfın tanınacak bir işareti, uyulacak bir hidayeti olmazsa yolunda düzgünlük, sırrında ölçülülük, bütün hallerinde doğruluk bulunmazsa o adam mutasavvıf olamaz. Ancak bu vasıflar, yani yolu düzgün, içi dışına uygun, halleri ölçülü olan kimse mutasavvıf olur.
Tasavvufu yeme, içme, arzularını yapma, yasaklara dalma, haramlara girme, kötü şeyler dinleme şeklinde anlayan, bunların vasıtası yapan kimse tasavvuftan uzaktır. Onun davası, manasına perdedir. Tasavvufu da, daha önceki tasavvuf büyüklerinin izinde gitmeyen, kuru bir davadır.
Allah bizi de sizi de geçmiş alimlerin ve ariflerin yoluna uyanlardan, vecde eren mutasavvıflardan eylesin. Zira O, güvenilenlerin ve nimet verenlerin en iyisidir.
Vefa:
Vefa, üzerine aldığı emanetin hükmünü gerek dışta, gerek içte yerine getirmektir.
Vefa, istikamete aykırı hiçbir yöne sapmadan doğru yolda yürümektir.
Vefa, akideyi düzeltmek, dinin belirlediği yolda gitmek, Hakk’a mahsus yerlerde ve Hak ile beraber olmaktır.
Vefa bollukta ve darlıkta Hakk’a mahsus yerlerde Hak ile beraber olmaktır, Hakk’a içtenlikle uymaktır.
Vefa sevgiyi korumak, ahdi gözetmektir.
Vefa, cefa getirecek şeylerden sakınmaktır.
Vefa, gazabı rıza ile karşılamak, başkalarının kusurunu görmezlikten gelmek, dostların kusurlarına bakmamak, hatalarını bağışlamaktır.
Vefa, sırrı, dostlara karşı kötü zan beslemekten korumaktır.
Rıza:
Rıza, kalbin, başa gelen olaylara üzülmemesi, kaderin hadiseleri karşısında huzur duymasıdır. Hallerin değişmesi, iyi ve kötü hadiselerin başa gelmesi, rıza derecesine erişmiş kişinin tutumunu değiştirmez.
Rıza, başkalarının (ağyarın) üzüldüğü, şaşırdığı olaylar başa geldiğinde sırrın sükun içinde olmasıdır. Rıza halinde kuvvet kazanan kimsenin gözünde nimetler ile mihnetler bir olur. Çünkü hepsi de aynı kaynaktan gelir. Rıza, başa geleni kalp huzuru ile karşılamaktır. Rıza derecesine ulaşmış olanın dışı ve içi düzgün olur. Hiçbir hale güvenmez, hiçbir olay onu rahatsız etmez.